Bir kır çiçeğinin nazlı gamzesi suçladı gözlerini aşığın. Pervane, ateşi çeviriyorsun dedi, kendi dilinden bihaber. Aşkın nagehan görünümlü rahminden çıkan yüzü, yine ve yeniden suçladı gözlerini. Püryare olan dil, merhametin bedeninde bulunan incecik mikyası kaldırarak şöyle dedi suçlanan, gözlere;
Hangi dil bilmezin, dili, dilsiz eyledi seni..!
Dili, dilsiz olanın, hiç bakışı reva mı..?
Böyle bir çağrı, öksüz bir aşığı yıpratırdı elbet. Öksüz dediysek tezgahın hamında olanın öksüzlüğü idi bu. Bahar rüzgarının hışırtıları arasında yalpalanan bir yaprağın savrukluğu gibi, kırılması idi cesaretinin. Bu söz dilin, içinde ki gizlenmiş kıskançlığın ötesini aşikar eylememek adına söylenmiş gibiydi.. Sonra bir umut olur y... vuslatı bile istemeyen Aşıkların koynunda... Ondan olmalı ki döner ve şunu der dile;
Dili, dilsiz olanın her dili gönlündedir..
Gönüldeki dillerde her zaman derindedir.. .
Dil, şaşkınca dönüp durur iken, , buzulların en katı kütlelerini getirmek istercesine, gayretini eksik etmiyordu, bu asi ve kor aşığın ateşini dindirmek için. Ancak bu çaba, acaba dedirtiyor gibiydi aşığa... Şüphenin başlangıcı başlıyor gibiydi, karlı dağların doruklarından aşarak indiği görülüyordu artık. Aşık bir an için, tahammüle dikti gözlerini, henüz o kabın dolmadığını fark etti ve rahatladı. Ancak içinde istemsiz bir kuşku kalarak şöyle dedi;
Derdi canan olanın, dili, dilsiz olur mu..?
Dili, dilsiz olanın derdi canan olur mu..?
Dil mağlubiyeti kabul etmemek istercesine, bu sözleri duymak istemiyordu... Bir vızıltı gibi gelmiş idi ki hicabın örtüsünü kaldırarak haşinliğe vurdu kendini ve şöyle dedi;
Seni suçlayan gamze, hiç seni yar sayar mı..?
Niceleri değmiştir o gamzenin gülüne...
Aşığın, tahammül kabına bir tutam daha eklenmişti. Kızgınlık sarmıştı, ayı eriten gönül yuvasının derinine. Aşık keşke, şimdi olsaydı... Diyecekken.. Derken.. Bir an aşığı olduğu kır çiçeği, kırmızı dudaklı, al yanaklı gelincik çiçeği geliverdi yanlarına.. Oysaki bizim aşık nice kez, bulunduğu haremin etrafında nöbet tutuyordu. Her gece, yıldızlar ile haber gönderiyor idi, sokak da olduğunu bildirmek adına. Onun gülüşüne, güller saçan gamzesine, gözlerinin içindeki nemli, hicran dolu ötüşüne, uzak da olsa...yaşıyor idi. Ancak bu kadar yakın durmadı o yanaklarında ki yakıcı gamzeler. Perçemin ardında gizlenen mahrem gözleri, bir ateş gibi, yakıyordu aşığı, bir savaşın her an çıkabileceği artık aşikar idi. O an, sadece gözleri değmişti gamzesine. Dil, kırların en nazendar çiçeğine fırsat vermeden girdi söze;
Aşık olduğun gamze, bir kuru, kara gibi..
Ağaçların yaprağı, bundan nicedir nice...
Diyerek, kabı doldurdu. Aşık, böyle edebin perdesini kaldıran dil için hem utanç duydu, hem de... O sıra kır çiçeği, Perçemi kaldırarak, dile şöyle bir bakış atınca, aşık içindeki kıskançlığı hatırladı ancak, bu çırpınışlar yeter miydi... kaygı duyarak iki cümle ile aşkını itiraf etmeli idi;
Aşık-ı sadık olanın dili hep gönlündedir.
Gönlümde ki gelincik, gözlerim, gamzendedir.
Der ve bir an bekler gibi olur kır çiçeği. Bir gelincik gibi yeniden Perçemin alır suretine hiç aldırış etmeden. Tam gidecek iken aşığın içinde yanan gelinciğin hızmasını, o utanç dil kaldırıverir. Ve dil, soğuk ve alaycı bir bakış ile Aşığa, şimdi gitme vakti dercesine ve anladın mı dercesine... en sert dalgaların, dağların eteklerine kadar vurmasının yolunu açar bir tufan gibi aşığın gözlerine.
Evet dil, haklı idi. Zira Aşığın, aşkı öğrenmesi gerektiği içindi tüm bu davranışları. Beşeriyete duyulan aşkın, asıl olmadığını göstermektir dilin tüm bu çabası ve tavrı ve davranışı. Ancak aşık, ham olduğundan anlayıştan yoksun idi. Aşk, aklı gönülde erittiği içindi aslında. Çünkü en büyük mutluluk aklın, gönül yuvasında aşk ile erimesi idi onun için. Ancak kır çiçeğim dediği, dağların gelini, gönlünü süsleyen gelin, onun içindeki hicranı kendi çabası ile ateşin en yakıcı sırrına attı. Dil, buna müsaade etmek istemiyordu. Ancak suçlanan gözler, gerçekten suçluydu. Ve sonu hüsranın en hırslı çabası ile sonuçlandı. Sonra aşık anlar ve hikaye burada biter
-SON-