Kırgın, hoyrat dağların kırılgan ve nazlı bakışlı çiçekleri gibi dokunuyor ellerin göğsüme. Sessiz dalgaların ürpertici kokusu gibi üşütüyor ellerin yüreğimi. Bir barksız kadar terk edilmiş masum mutluluklarda yok artık yanımda. Sende kalmak, sende olmak, hangi minvalin eşiğinde olduğunu yada durmayı bilmek kadar zorlaşıyor, dünden bugüne. Artık, Hangi diyara varsam ve dahi hangi bucağa gitsem, bütün köyler ve kasabalar adın zikrediyor. yada idam sehpasında yaşayan o gençliğini. İşte söylemek ve söylememek bunun gibi bir şey olsa gerek. İşte Aşk dahi bunun gibi olsa gerek. . İşte o an Sana seslenmek bir düşünce kalbe, deyiversem çırpınışları arasında bir hüzzam taksiminin en derin haykırışları arasında, kaybetmek ve kazanmak basıncı idi. Böyle bir basıncın kalbe vuran sarsıntıları derinliği severek, yalnızlığa evet yalnızlığa baş koymaktı. Zira insan sevdiğini, yalnız iken daha çok severmiş. Daha çok, daha çok zikredermiş.
İnan, şimdi bunu bile sana, döktüğümü, senin için bunların döküldüğü, bunlar için nice ırgatların ter döktüğünü anlatabilsem, anlar mısın Sevgilim... Göğsümde çırpınan bir nefes, sadece bir nefes, seni anlatmaya denk düştüğünü, her düşen nefesin sessizliğinin beni ürküttüğünü söylesem anlar mısın Sevgilim. Dağların heybetinin ardına gizli, bilek gücü Ferhat’ ların destan-i ellerinde yanan yüreğine kazınmış ve kızgın toprağın yakıcılığı kadar acı verdiğini anlatsam, söylesem duyar mısın Sevgilim...Gözlerine yapışan en adi bakışların bile, yüreğimi titreten en ala dokunuş olduğunu, her dokunuşun bir deprem çiçeği gibi açtığını aşikar eylesem sana, bakar mısın Sevgilim... Her şey sana varmak adına, her şey seni anmak adına, her şey....Sen çölde bir vaha olsan dahi gönlüme düşen bir bahaydın. Ez cümle yüreğe düşen, düştüğü yeri yakarmış.