Bir dönüp de baksana ardına şimdi son nefeste olduğunun. Dilinde son kelimeler kalbinde son saatler çarpıyor hiçbir şeyin hükmü kalmadan yaşıyorsun artık. Ve tutunacak bir yerin yok hiç bir şeye tayin edilemiyorsun, tayin edilen hiçbir şey anlam vermiyor sana. Sadece gri duvağı ile yaklaşıyor ölüm bu son nefeste. Çığlığının sessizliğini duyuramıyorsun kimseye sadece gözyaşların duyuyor seni. Sadece onlar aldatmıyor ve yolunu gözleyenler onlar oluyorlar. Hasretle bekliyor gözlerin masum ve tuzlu son gözyaşlarını. Ve sonra gözlerin acı içinde kıvranıyor ve izliyorsun son sahneyi. Nice ayrılıklar yaşadığın hatırına geliyor ama bu sefer ki bambaşka bir ayrılık. Ve kıvranıyor bedenin bu ayrılışın en soğuk saatinde tam on ikiye iki kala, kendini bıraktığın son yerde, ne tesadüftür ki kimsesizler caddesinde. Aramaya çıkıyorsun kendini, bir türlü hatırına gelmiyor kendini bıraktığın cadde. Kendini aradığın yer uğramadığın yerlerdi aslında ama nedense hep orda zannediyordun kendini. Günlerce, haftalarca bu arayış devam ederken yol üzeri bir otobüs durağında bir arkadaşına denk düşüyor gözlerin. Ve heyecanlanıyor birden kalp atışların yanına vararak sesini duyurmaya çalışıyorsun. Selam sana ey dost, ben nerelerdeyim haberin var mı diye soruyor oluyorsun başka bir zaman diliminde olduğundan haberin olmadan. Verdiğin son nefesi hatırlamadan gerçekleşiyor bu çırpınışların. Nedense duyuramıyorsun sesini o dostuna. Oracıkta diz çöküveriyorsun, ellerini gözlerine değdirerek ağlıyorsun durmadan, usanmadan ama hala bir şeyleri anlamış olmuyorsun. Başkalarına seslenenleri seni çağırıyorlar zannederek her birine cevap vermek zorunda kalıyorsun ama nafile.
Ve sonra hatırına sahafçı Ahmet amca geliyor. Mesken edindiği yeri hatırlamaya çabalıyorsun kendini bulamamanın endişesi ile. Arıyorsun onu, arıyorsun ve en sonunda hatırlıyorsun birden. Sahafçı Ahmet amcanın yanına hızlı adımlar ile koşmaya başlıyorsun dur durak bilmeden, aldığın nefesi önemsemeden varmak istiyorsun yanına. Ve eksiltiyorsun sokakları bir bir ve en sonunda varıyorsun sahafçı Ahmet amcanın dükkânına. Kapıyı usulca tıklayıveriyorsun ve içeri giriyorsun. Karşında Ahmet amca. Selam verdikten sonra edeplice oturuveriyorsun Ahmet amcanın yanına. Şöyle süzerken etrafı eskimiş duvarlara asılı el yazması Osmanlıca özlü sözleri, raflardaki kitapları ve önünde duran rahleye gözlerin ilişiyor birde Ahmet amcanın oturduğu yerin üstünde duran ayeti kerime ise çok dikkatini çekiyor ve ayıramıyorsun gözlerini üzerinden. Kısa bir hoş geldin merasiminden sonra, kendini aradığını söylüyorsun ona. Ahmet amca derince bir baktıktan sonra sana şöyle bir başını kaldırıveriyor ve söze girerken bismillah diyerek, o unutulmaz ayeti okuyor sana. Üç defa tekrarladıktan sonra ve söze giriyor; bu diyarda kendini bıraktığın yeri bulamazsın ve bıraktığın yere geri dönemezsin evlat diyerek cevap veriyor sana. Çünkü kendisinin de, çoktan beri bırakıldığı yeri aradığını ama bulamadığını hatırlatıyor ve o soğuk rüzgârlar estiren cümleyi söylüyor; ‘’Her nefis ölümü tadıcıdır’’ diyerek.
Ve teşekkür ederek ayrılıyorsun oradan, yine eksilterek sokakları ilerlerken hızlıca gözlerin yerde uyuyan birine denk düşüyorsun ve heyecan sarıyor bir anda seni, çevirmek istercesine başını, bir harekette bulunuyorsun ama korkarak ve endişeli bir şekilde. Sonra bir an başın kalkıveriyor caddeyi aydınlatan ışıltılı lambalara doğru ve caddenin adı gözlerine çarpıyor, ürkütüyor bir anda seni. Çünkü burası sanki son geçtiğin cadde olduğunu hatırlıyorsun. Yoksalar kemiriyor zihnini. Ve çevirdiğinde yerde uyuyan adamı, kendin olduğunu görüyorsun ve o an öldüğünü kabul ediyorsun. Ne kadar Ahmet amca bulamasa da kendini. Son sözlerini söylerken yüreğin ağlaşıyor, göğsün göğün yüzüne sığmıyor ve tüm zerratın ile ağlıyorsun. Kendini ölü bulduğun kimsesizler caddesinde, saat on ikiye iki kala.