-Ah o eski Ramazanlar! Diye başlayan... Biraz hasret biraz da artık bir şeylerin yaşanamadığını vurgulayan...
Aslında bu aynı zamanda çocukluğumuza özlem duyduğumuz bir ifadedir birazda...
Hatırlayın çocukluğumuzu, aile büyükleri ile sahura kalkar, belki çoğumuz sadece tekne orucu tutar, gün içinde iftarın heyecanını yaşar, iftar sonrasında geleneksel kalabalık aile eşliğinde yemeğin başlarında ezanı heyecanla beklediğimiz zamanlar…
Sonrasında hepimizin kalkıp hep beraber teravihe gittiğimiz günler...
Bir de bayram günlerinin heyecanı… Belki biraz gariban ama samimi bayramlar
Aslında özlem duyulan şeyler bunlar…
Ah o eski Ramazanlar! Diye başlanan cümlelerin ardında saklanan eksiklikler aslında yeni Ramazanlarda değil,
Eksiklik insanlarda!..
Yoksa eskinden de herkes orta oyunları, Karagöz Hacivat tiyatroları oynatmıyordu.
Yani bugün Karagöz Hacivat oynatıyorsunuz da eski Ramazanların tadını alabiliyor musunuz? Diye de sormak istiyorum biraz da bu minvalde hayıflananlara!
Şunu anlatmakta fayda var ki Ramazanın dört tane özelliği var:
Birisi Kuran okumak! Çünkü Kuran-ı Kerim bu ay içerisinde indirildi.
Bir diğeri sahur heyecanını yaşamak,
Biri ise Teravih namazı kılmak!
28 Şubat post modern darbesiyle birlikte, milletin önüne konulan Yaşar Nuri Öztürk ve türevleri gibi ilahiyatçı karakterler, toplumun imanını ve amelini kuvvetlendirecek çalışmalar yapmak yerine, yıllarca televizyon ekranlarından teravih namazı gibi ibadetlerin olmadığından bahsederek milletimizi camilerden uzaklaştırdı.
Yani onlar teravih namazı yoktur! diye diye, camiden uzaklaştırdıkları insanımıza, evlerinde sünnet-i seniyyede olan başka bir ibadeti mi reva gördüler?
Elbette hayır.
Nasılsa teravih yok diyerek insanları cami ruhundan uzaklaştırdılar. İşte oysa o teravih sayesinde insanlar iftardan sonra heyecanla evlerinden çıkıyor, Allah’ın evi olan mescitlerde bir araya geliyordu. Namazdan önce okunan Kur-an tilavetlerini ve Melid-i şerifleri dinliyor, Allah’ın zikri ile gönüllerini huzurla doldurup; sonra camiden çıkarken de birbirleri ile hasbihal ediyor, yüzleri tebessümle, gönülleri mutlu bir şekilde evlerine dönüyorlardı.
Nihayetinde onlar öldü gitti ve her ne kadar birkaç tanesi hayatta olsa da çok şükür toplumda kendilerine itibar eden yok denecek kadar az. Emanetlerini teslim ettiklerinde ise onlarda diğerleri gibi dinin asıl sahibi olan Allah’a, bu milletin imanını sarstıkları, İslami değerlere karşı soğuttukları için hesaplarını vereceklerdir.
Vereceklerdir çünkü Peygamber Efendimiz (s.a.v.) “Fitne uyuyucudur, uyandırana lanet olsun” ifadesi ile İslam peygamberinin pek az yerde lanetle muhatap eden ifadeler kullandığı yerlerden biri de, samimi toplumların kalplerine şüphe tohumları eken kişiler olduğuna işaret ediliyor.
Neyse çok şükür son birkaç yılda bu fitne kısmen de olsa yıkıldı ve eskisi kadar olmasa bile, camilerimiz birkaç yıl öncesine göre teravihlerde daha fazla cemaate ev sahipliği yapıyor.
Yani birkaç zamandır dikkat çeken hususlardan biri de Yaşar Nuri gibilerin teravih yoktur ifadesi üzerine inşa edilmiş olan -Ya aslında Peygamberimiz yirmi rekât kılmamış da sekiz veya on iki rekât teravih kılmış! İfadesi…
Bakıyorum böyle cemaat aralarından bazen sekiz rekât kıldıktan sonra; bazen de on iki rekât kıldıktan sonra çıkanlar oluyor.
Evet Peygamberimiz mescitte bireysel olarak bu namazı birkaç gün kıldıktan sonra artık mescitte teravih kılmadığı; kendisine neden mescide bu namaz için gelmediği sorulduğunda ise, -Hep beraber kılmaya devam edersek, Rabbimizin farz kılabileceği fakat ümmetinin tamamının bu sorumluluğu yerine getiremeyeceğinden korktuğu için, mescide gelmediğini belirttiği rivayet edilmiştir. Ancak nihayetinde bu namazı Peygamberimiz kılmıştır ve sünnettir, yani kılınması peygamberimizin sünnetine tabi olmaktır.
Peygamberimizin vefatından sonra da Ashab-ı kiram, mescid-i nebide teravih namazını kılmaya devam etmişlerdir. Fakat Hz. Ömer (r.a.) sahabenin bireysel olarak kıldığı bu namazın derli toplu devamını ve sahabe arasında bütünlüğü temin etmek niyetiyle, yirmi rekât olarak cemaatle kılınmasını sağlamış ve o günden itibaren de yirmi rekât olarak kılınmaktadır.
Üstelik dört mezhep fıkhına göre de icmâ ile teravih namazı yirmi rekâttır ve haliyle aksini iddia etmek de bu durumda doğru olmamaktadır.
Aynı zamanda teravih namazına camide devam etmek Ramazanın ruhunu da hissetmektir.
Ramazan ayının bir diğer özelliği ise, asli ana unsuru olan oruç tutmaktır ki aslında eski Ramazanları yaşayamamamızın en temel sebeplerinden biri de oruç tutan sayısının yüksek düzeyde olmamasıdır. Hatta ramazan ayı başlarda kısmen biraz daha iyi olsa da sonuna doğru oruç tutan sayısının azalması, sokakta insanların sanki Müslümanların olmadığı yerleşim ve yaşam alanlarında yaşıyormuşçasına fütursuzca yiyip içmeleri, Ramazan ruhunu alıp götüren ve bu ayı hissedemememizin temel sebeplerinden biridir.
Otobüs duraklarında umursamadan sigara içenler, kafelerde pencere önlerinde rahat rahat yiyen içen insanların olduğu bir ortamda Ramazan ayını hissedebilmek elbette çok zor.
Özgürlük var aynı konu ama özgürlük özgürlük! diye diye, neyimiz varsa ve hangi değere sahipsek kaybettik birer birer.
Oysa biz hayıflanarak anlatmıyor muyuz, Osmanlı döneminde gayrimüslimler bile sokakta yemezdi. Bunu onlara zorlayan yoktu fakat Osmanlı birikimi insanları birbirine karşı öylesine saygılı bir duruma dönüştürmüştü ki, toplum birbirine nezaket ve zarafet içerisinde saygı duyuyordu.
Öyleyse özgürlükten önce saygıyı inşa etmeliyiz insanımızda.
İş tabi burada gelip yine eğitime dayanıyor, ayrı konu.
Nihayetinde -Nerde o eski Ramazanlar? Diyenlerin bir kısmı bile ramazan orucu tutmuyorken eski ramazanların ruhunu nasıl hissetmeyi bekleyebiliriz ki?
Yani temelde eksiklik bizde! Sokakta oruca dair çok şey bulamıyoruz ve bu da bizi o insanların daha samimi ve daha mazbut bir yaşama sahip olduğu eski ramazanlara hasretimizi ortaya çıkartıyor.
Şüphesiz eskiden mazbut denilen yani İslam dininin kuralları etrafında şekillenmiş ve geleneğe dönüşmüş belli kriterlere sahip olan bir yaşam tarzı daha fazlaydı. Fakat şimdi eski Ramazanlar diye hayıflananların da çoğu seküler yaşama yönelmiş olanlar...
Onlar mazbut yaşımın hâkim olduğu çocukluklarını özlüyorlar aslında.
Farkında olmadan İslâmı yaşayan ailelerini ve komşularını özlüyorlar...
O ahşap evlerin olduğu, sokaklarda haramın bu kadar kuşatmadığı ve daha az fakat daha ihlaslı insanların olduğu mütevekkil günleri arıyorlar.
Dolayısı ile eski Ramazanları hissedebilmek için, önce Ramazanın özelliklerini yaşamak lazım...
Sağlıcakla kalın