27 Mart 2017 tarihinde Meclis’te onaylanan bir yasa var.
Cumhurbaşkanının bir kez geri gönderdiği bir yasa. Cumhurbaşkanının YÖDAK’ın yetkilerinin zayıflatılması gibi bir zafiyet gördüğü için reddettiğini okumuştum. Umarım reddetme gerekçesi yasadaki anomaliyi anlamasındandır. Zira yasayı bugüne kadar tek anlayan çıkmamış.
Eminim bugüne kadar böyle garabet yasa görmediniz. Dünyanın hiçbir yerinde böyle “bir adım sonrası hesaplanmayan bir yasa” yapılmadı.
Adı, “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Yükseköğretim Değişiklik Yasası.” Amacı özetle, KKTC yükseköğretimine kalite getirmek, üniversiteleri ticari kurum olmaktan çıkarmak, her önüne gelenin üniversite açmasının önünü tıkamak.
Eskiden bakanın iki dudağı arasında olan izin yetkisi yeni yasayla Meclis’e verilmiş. Buraya kadar herşey normal ve anlaşılır. Anormallik, üniversite kurmanın zorlaştırılması adına ortaya koyan süreçle başlıyor.
Şimdi, yasa yapıcıların dahi bilmediği bu anormalliği özetleyerek anlatalım;
Siz üniversite kurmak için başvurduğunuzda, önce KKTC’de bir şirket kurmanız isteniyor. Yerli hisse yüzde 51’in altındaysa 100 bin doları yatırmadan prosedür başlamıyor. (Bu sadece şirket kurmak için.)
Sonrasında yeni yasaya göre, asgari ücretin 5000 katı nakit para yatırılması gerekiyor. Bu da aşağı yukarı 10 milyon TL’ye tekabül ediyor. 100 bin Doları Şirketler Mukayyitliği (şirketi kurmak için), 10 milyon TL’nin yatırılmasını da Eğitim Bakanlığı talep ediyor.(Ön izin değerlendirmesine sokmak için.)
Bu arada üniversitenin kurulacağı arazinin kiralanması veya satın alınması gerekiyor. Kira kontratının en az 10 yıllık olması şartı var. Bu 10 yıllık kira kontratını maliyede tasdik ettirmeniz ve kira kontratı vergisini de peşin ödemeniz lazım. Bu da birkaç yüz bin TL tutuyor, kira bedeline orantılı olarak. Aldığınız veya kiraladığınız arsanın en az 30 dönüm –ve fazlası- olması da bir başka şart.
Kiralamak çok da ucuza mal olmadığı için milyon sterlinler vererek toprağı almak daha akılcı geliyor, 4-5 milyon sterlin veriyor, alıyorsunuz. Tapu harcı yüzde 6 olduğu için KDV’si ve diğer ilave vergilerle birlikte 400 bin Sterlini aşan bir de tapu harcı ödüyorsunuz.
Sonrasında mimari ön projelerin çizimleri isteniyor sizden. Bunun maliyeti yaklaşık 500-600 bin TL tutarında. Artı, iki fakülte ve 6 bölüm açmanız şartı konulduğu için bir profesör, bir doçent ve bir de yardımcı doçenti istihdam edip, bu isimleri beyan etmeniz gerekiyor. Bu isimler YÖK kuralına göre başka bir yerde çalışamayacağı için, ortada ne izin, ne üniversite varken, maaşlarını ödüyorsunuz.
Bitmedi. En az beş yıllık stratejik plan hazırlama zorunluluğunuz var. Bu planda öğrenci sayınız, bu sayının öngörülen artışı, binaların nasıl, hangi sistemde yapılacağı gibi detaylı çalışmalar yer alıyor. Bunların hazırlanması 7 kişilik ekiple en az 10 gün.
Tüm bu çalışmaları yaptıktan sonra Değerlendirme Kuruluna girmeye hak kazanıyorsunuz. Bu kurulda Eğitim Bakanlığı’nın, YÖDAK’ın, Devlet Planlama Teşkilatının, İçişleri Bakanlığı’nın ve Maliye Bakanlığı’nın birer üyesi var. Bu üyeler sizin kendilerine verdiğiniz binlerce sayfalık projeyi, mali durumunuzu, stratejik planınızı inceliyor, ona göre olumlu ya da olumsuz görüş beyan ediyor.
Siz, özkaynaklarınızla yapacağınız ve dünyanın herhangi bir yerinde kapıların sonuna kadar açılacağı bu yatırımın değerlendirme kurulundan zahmetsizce geçeceğini düşünüyorsunuz ama yanılıyorsunuz. Değerlendirme Kurulu her nedense (!) öyle hemen toplanamıyor. Allah’ın işi, üyeler belirlenen tarihte teker teker hasta oluyor. Dört-beş derken hastalık kotası tamamlanıyor, bahaneler tükeniyor ve Değerlendirme Kurulu toplanıyor. Olumsuz görüş belirtecekler ama bulmak zor. Topu Meclis’e atacaklarından, olumlu görüş beyan ediyorlar. Oradan çıkınca izin alınmış olmuyor. Dosyanız önce Bakanlar Kurulu’na, sonra Meclis’e gidiyor, Meclis komiteye havale ediyor, bu sefer de ivedilik alınmasına rağmen komiteye bir evrakın gidişinin yasal yoldan olmadığı iddia ediliyor, dosyadaki- gözlerinin önündeki- evrak, yeniden Eğitim Bakanlığı’ndan isteniyor. Evrak gidince de çeşitli gerekçelerle komite toplanamıyor ne hikmetse! Tüm bu saydıklarım zaman maliyeti 14 ay. 14 ay “ne istesem, şunu istesem, bunu istesem, şunu da istesem, onu da istesem, bir daha istesem, istemediğimi söyleyebilsem” mottolu, yatırımcıyı kaçırmaya yönelik ağır bürokrasiyle savaşmakla geçiyor.
Hikaye uzun… Türk filmlerine konu olacak entrikalar bir yana, esas acayiplik yasada. Yasa size “toprağı al, planını çiz, öğretim görevlilerini istihdam et, bana sun” diyor ama bunları yaptıktan sonra izin çıkmadığı takdirde, alınan bu toprağın, yapılan milyonlarca TL harcamanın, kaybedilen zamanın kim tarafından tazmin edileceğini söylemiyor. Ayrıca üniversite kurma başvurularının Meclise havale edilmesi, yani siyasileştirilmesi, bir başka garabet. UBP/DP tarafından gelen yasanın CTP/TDP’ce, CTP/TDP tarafından gelen yasanın UBP ve DP’ce kabul edilmesi zor. Zira partiler, neyin geldiğine değil, kim tarafından geldiğine bakıyor.
Gülsek mi, ağlasak mı bilemiyoruz. Düşünün siz kendi özkaynaklarınızla –KKTC’deki üniversitelerin yüzde 90’ı devletin tahsis ettiği arsalar üzerine kuruludur- 100 milyonları aşacak bir yatırım yapmak için başvuru yapacaksınız, yeni yasanın öngördüğü gibi tek ekonomik faaliyetiniz üniversite sektörü olacak, yasalar öyle emrediyor diye 5 milyon sterlin toprağa vereceksiniz, birileri kollarını uzatarak sizin işinizi çeşitli yollardan engelleyecek ve siz de bu zararınızın üzerine soğuk su içeceksiniz! Kimse kusura bakmasın ama bu devlet bir adım ötesini düşünmeden yaptığı, “kimse KKTC’de yatırım yapmaya heveslenmesin” temalı bu yasayla gelen mağduriyeti tazmin edecek, hukuk devletiyse etmek zorunda. Meclis’teki hukukçulara da bu konuda büyük görev düşüyor.
***
Bir başka garabet de kapıda. Bir milletvekili, KKTC’de faaliyet gösteren bazı üniversitelerin de telkiniyle, yeni bir yasa önerisi sundu Meclis’e. Buna göre 10 yıl boyunca KKTC’de üniversite açılamayacak, üniversiteler devredilemeyecek. Sözde kalitenin yükselmesi adına bu karar alınacak. Tamam da kalitenin yükselmesi için YÖDAK gibi bir kurumu neden daha işlevsel hale getirmiyorsun? Neden denetimleri artırmıyorsun? Neden denetim için kadro oluşturup, istihdamlar yapmıyorsun? Mevcutların kaliteleri neden ölçülmüyor? Bu yasayı ben Trump’un Meksika sınırına öreceğini söylediği duvara ve “kaçakçılık olmasın” diye sınırların kapatılmasına benzetmekteyim. Kapatmak veya izin vermemek işin kolayı zira bizde denetleme gibi bir kültür olmadı, olmayacak.
***
Bir de kalkınmada öncelikli bölge konusuna değinelim. Kalkınmaya öncelikli bölgelere yatırımcı çekmek için tüm dünyada cazip fırsatlar sunulur. Kimi yerde arazi, kimi yerde düşük faizli kredi, kimi yerde ise vergi indirimi gibi. Sizin tayininiz çıktığında gitmemek için kırk takla attığınız bir yere milyonlar dökecek yatırımcı için bunlar cazibe unsurları olabilir. (İşadamları- şayet kara para değilse- parasını sokağa atmayacağı gibi, yatırımın getirisini hesaplamak zorundadır.) Tabi bu fırsatlarda da yatırımın bir ölçüsü vardır. Yazık ki bizim ülkemizde yatırımcıya sunulacak bu imkanlar “peşkeş” olarak nitelendirilmekte. Onlara tavsiyem Güney Kıbrıs’ta, Yunanistan’da, Amerika’da, Türkiye’de, Almanya’da ve Balkan ülkelerinde yatırımcılara, yatırım miktarları doğrultusunda sunulan fırsatları bir okumaları.
Girne Lefkoşa gibi ilçelerde üniversite kurulmaması konusu tartışılıyor. Sebep; yollar kaldırmıyor, altyapı yetersiz! Yine yukarıdaki konuya geliyoruz. Altyapı kaldırmıyor diye izin verme olsun bitsin. Be kardeşim Singapur’un yüzölçümü Kıbrıs adasının üçte biri kadar, nüfusu 2014 yılı verilerine göre 5 buçuk milyon. Niye biz artan nüfus ve ekonomik gereklilik doğrultusunda büyüme planları yapmıyoruz da, “bizim altyapımız yetersiz” deyip yasaklama yoluna gidiyoruz? KKTC neden bir Singapur olmasın? Niye gelişimize katkı sağlayacak, ekonomik ambargolarımızı delecek projeler üretip, bunları hayata geçiremiyoruz? Yok olan ilelebet yok mu kalmalı? Altyapı yetersizse, yollar yetersizse, yeterli hale getirilemez mi? Bununla ilgili hangi projeleri koyduk ortaya? Veya niye proje koymak yerine “yok”un arkasına sığınıyoruz?
Özetle; “Tencerede pişirip kapağında yiyelim. Azıcık aşım, kaygısız başım” merkezli yaşam şeklinin dünyalı olmakla örtüşmediğini anlamamız, seçilememe korkusuyla sivil erke boyun eğmememiz, kısaca kabuklarımızı kırmamız gerek. Halkın reyini muhafaza etmek ve kişisel çıkarlar adına, binlerce kişilik istihdamı el tersiyle itmenin nasıl bir karine teşkil ettiğini yazmaya gerek yok sanırım.