Uzun bir ara verdik. Yazılarımızı yazamadık. Buluşamadık bir türlü. Bir rehâvet çöktü ki sormayın. Üstüne, daha önce geçirdiğimiz bir rahatsızlık sonucu kronik rahatsız dediler, işimize korkarak gittik. Velhâsıl virüs girdi aramıza.
Gündem kat attı
Ülke gündeminin değişimine yetişemez olduk. Covit19’un vurmadığı hiçbir şey kalmadı. Sosyal hayatı vurdu, merhaba deyip bir dostunun elini sıkmaya bile korkuyorsun. Kaldı ki sarılıp öpesin. Eğitim ortada. Uzaktan eğitim yoluyla boşluğu telâfi etmeye çalışıyoruz. Ne derece verimli olduğu tartışma konusu. Düğün-dernek gırıla. Artan vaka sayıları, gittikçe gençleşen ölümler. Cehâletin dik âlâsını yaşıyoruz. Bana bulaşmaz der gibi. Adam bir türlü anlamıyor ki dostunun , sevdiğinin katili olduğunu. Hatta annesinin, babasının, eşinin, çocuğunun… Biraz boş bırakılıyoruz galiba. Boş bırakılmak yaramıyor bize, içine ediyoruz Cezaları arttırın. Hatta iz sürdüğünüzde bir kişinin hastalığı kapması benim yüzümden ve ölümüne sebep mi oldum? Para cezası yetmez, adam öldürmeye teşebbüsten verin cezamı. Tabi bilerek, inadına yaptıysam, karantinada tutulduğum yerden izinsiz ayrılmış isem…
Çakallar istedi diye aslanlar ölmez…
Yunanistan’ı bir kaşıntıdır aldı gidiyor. Cürmüne bakmadan. Arkasına başka mahalle çocuğunu almış. Korkutacaklar bizi. Çakala bak. Toplam nüfusları İstanbul kadar değil. Tefekkür ediyorum. Savaşmaya değmez. Toplam 1500 delikanlıyı salacaksın üstlerine, sayacaksın sonrasında nallarında kaç çivi var. Savaş iyi bir şey değil biliyorum. Ama bazen tarih tekerrür etsin istiyorum. Ege denizi de unuttu görevini. Bu defa dökmeyeceksin, kafalarından suya basıp, basıp çıkaracaksın. Eyvallah paşam dediler mi, indireceksin artık mavi-beyaz paçavralarını. Bağlayacaksın İzmir’e. Ne devleti, İzmir’imize bağlı kasaba yapacaksın. Sonra alacaksın eline Macaron mudur, makara mıdır ne karın ağrısıysa? Bir elinden tutacaksın, diğer elinde gürgen bir odun. Fransız kaldım dedikçe çalacaksın amudu fukarasına. Ve göndereceksin köyüne. Bir daha gelirse odunun ne yapılacağı sonrasında düşünülür.
Biz yemeğe çıkalım…
Sabahın ilk ışıkları ile araba bile kullanmıyorum. Güneş etkiliyor. Kahvaltıyı da genel de 08.00-10.00 arasında yaparım. Evde misafirim yoksa dışarıdan kahvaltıya kimseyi kabul etmem. Çizgili pijamalarımla rahat rahat yaparım kahvaltımı. O yüzden biz dostlarımız ile yemekte buluşalım. Daha ayık, her şeyden haberdar olarak. Az bir süre kaldı. Çöpler toplandığı zaman kimler sabah kahvaltısında evine misafir almış belli olur. Hele misafir sabah namazından çıkmamış ise… Ranzanın alt katında beste yapıyorsa…
Bizler yine de riske girmeyelim. Misafirimiz ile bir öğle namazında mesela Ayasof’ya cami-i kebir de buluşalım. Öyle kabul edelim evimize. Öğle yemeğini de yiyelim, akşam yemeğini de… Güneş bir defa tam doğmuş olsun. Net görünsün gelen giden.
Benden söylemesi…