İnsan, nisyana düşer unutur ya da unutulduğunu zanneder. Gözlerine sürülen hakikatli sürmeyi gaflet kokularıyla dağıtır. Basireti ve feraseti kendi elleriyle bırakır bir kenara belki de kaldırımlara . İteler, öteler yıllarca aradığı ve kavuşmak istediği şeyi. Sonra acımadan kendine, ayrılır , gayr ‘a düşer, gayr olur, gayr ile hemhal olur, giyilmesi gereken mana hırkasını yaralar, yaralanır ‘’ kendine zindan’’ olur. Ve hiç aldırış etmeden yürür çıktığı yola. Gün gelir bir anda en ıssız yerde, tek kaldığı bir zamanın içinde Kenan kuyularına atıverir emanet hırkasını . Üzerinde ki hırka yara alır, parçalanır. Korunağı bir anda kalkıverir üzerinden. Yıllarca , ıstırabın en şedit halleriyle karşı karşıya kalır. İnsan bu , insan olması hasebiyle unutmayanı bir türlü hatırına getirmek istemez. Ve ne acıdır ki Unutmayanın , unuttuğu düşüncesine duçar olur.
Kalbinin yuvası ve gönül bahçesi isyanın zulmü ile karşılanır. İblisin en fazla ehemmiyet verdiği desiseler bütün vücudunu sarar bir sarmaşık gibi. Ve ne yazık ki hala Unutmayanın , unuttuğu düşüncesin de sabit kalmaya devam eder ısrarla . O şeyi bir şeye bağlamak yerine, o şeyi her zaman sebeplere bağlar durur bir kör düğüm gibi. Bir zaman sonra dayanamaz olur kalp atışları bu ağırlığa ve sıkışır daralır ömür takviminde ki yaprak. Bir gece ansızın düştüğü kuytu kuyuya haykırır tüm çıplak kelimler ile. Ve anlar ki ; Geçmez ise eğer oradan bir kervan yada -yaradan- harap edecek olur kendi elleriyle kendini , çıkamayacaktır o mahzenden Rabbin emri olmadan. Ve sonra yalpalanarak son çırpınışına yakın bir zamanda nefsinden vazgeçer ve ellerini semanın gözlerine dokundurur. Dokunaklı dualar okur gönülden ve çıkıverir kuyunun basamaklarını sırayla ve çıkıverir o kuytu kuyudan. Bir anda neye uğradığını şaşırır gibi kalbinde ve gönlünde bir ferahlama hisseder. Neden daha önce yapmadımlar ile birlikte , şükürler olsun haykırışları sarar bulunduğu yeri. Sonra ,sonramı her şey artık onun için değişmiştir. Değişik bir değişime uğramıştır. Ömür sayfasındaki mekanlar, zamanlar , sesler ve hırkalar hepsi birbir değişmiştir. Bütün sesler ona ,bir bütününün tekliğini hatırlatır olur gibi geliyordur artık.
Şimdi gaflet zehriyle zevk eyleyip hakikati görmemek, fehim etmemek ne derece akla yakın ya da uzak bir şey olduğunu anlamışsındır. Hadi bir sorsana kendine, bir baksana geçmişinin kronolojik ömür sayfalarına, ne kadar da unutmuşsun, ne kadarını hatırında tutmuşsun..? Gerçekten unutulan mısın yoksa unutan mısın..? Evet sesini duyar gibiyim diyorsun ki; İlk çıktığım yol, yolun kendisinden çıkmak idi. Ve şimdi bulunduğum yol; Hayallerimin ya da haya ellerimin ya da Hayy’ ın şefkatli ellerinin yoluna girmek olduğunu anladım diyor gibisin. Ve diyorsun ki bir varlığı yaratan yaratıcı, yarattığını hiç unutur mu ..! Yarattığına da ben seninleyim her zaman demeyi hiç unutturur mu..! Şimdi diyorsun ki ; nasıl olur da unutur, nasıl olurda insan ‘’unutmayanın’’ unuttuğu zannına düşer , bir tutku uğruna nasıl da kâinatın nimetlerini özün bahçesinde cem eyleyen Allah’ın , kulunu unuttuğunu ,onun tarafından unutulduğunu zanneder. Biliyorum… sende biliyorsun neden zor geldiğini. Eski hal ile hallendiğinde gönül yuvacığının ne kadar da ağırlaştığını bir daha anlatmak icap eder mi…? Elbette hayır . Şimdi biz demeliyiz ki ;Adem unutulduğunu zanneder yada unutulduğuna tutulur ; oysaki adem unutulan değil unutandır.. Hak, her an için önünde iken, kalbinin gözlerine dikenli tel vurandır. Mezrasının bahçesine ekmez ise bir cennet çiçeği, har olup , haramilerle kaybedecektir cennetteki Kevser’i ya da köşkleri . İnsan varlığına dönmeli , var eden ile var olmalı , hakikate , hak ile efkarlanıp hakka doğru yol almalı. Tutuşmalı ki bir kor ateş gibi kalbindeki iman , sıyrılsın şeytani desise ve yaratıklardan. Sıyrılırsa eğer insan , basiret ile görürse ,hakkın hukuku ile tayin edebilirse kainattaki insicam ve intizamı unutulduğunu değil, unuttuğunu gözle görür derecede ve kalben hissederek anlayacaktır. Son olarak ‘’sen’’ unutulmadın. Sen unutmayanı, unutmaya terkettin. Terke duçar olma.