Naif tir benim milletim. Dupduru, katıksız…
Mikrop barındırmaz bünyesinde. Kaşları sert bir görüntü verir belki.
Lakin kalbi çok yumuşak.
Sert ve keskin bakışlı gözleri, göz yaşı pınarıdır aslında.
Dayanamaz. Mazlum birini görünce koşar yardımına. Koşamazsa ağlar.
Duyurmaya çalışır…
*
Örs gibidir bazen… Zalimin güm güm vuran çekiç başı… Empati yapmaz yaşar adeta.
Sanki tüm eza cefa kendisine yapılmış gibi.
Ve iyi niyetlidir. Art niyet aramaz. Kullanılsa bile.
Biraz unutkan mı bilmiyorum. Veya böyle görünmesi için baskı mı görüyor.
Bir ölü toprağı var sanki üzerinde… Ayağa kalkmak istese de toprağın ağırlığı var sırtında.
Silkelenmeye çalışıyor. Ne kadar hafifletebilirse yükünü.
*
Ama bir gün patlayacak gibi.
Tıpkı Aylan bebeğe sahip çıktığı gibi uygur bebeğini alacak bir gün kucağına.
Hatta daha farklı. Hem Müslüman hem Türk balası çünkü onlar. Irkçılıkla suçlanacak belki.
Neler çekmedi ki sinesine o kalsın. Ona yer açacaktır eminim.
Rabia ile Rabia oldu. Yıllarca elleri ile haykırdı dünyaya. Kime ne oldu ki?
Hrant Dink öldüğünde herkes ermeni oldu. Dövizler taşındı günlerce. Salya sümük az gösteri yapılmadı. Ancak herkesin ismi yine aynı. Ahmet, Mehmet, Ayşe, Fatma…
*
Uygur Türk’ü için yürüyelim bir gün de… Haykıralım Kızıl Çin’in bir milletin yok edişini.
Hatta istenmeyen adam olsun Çin Büyük Elçisi. Ekonominin en kötü günlerinde “Her şey para demek değil.” denmedi mi bu millete? Ve çok hasletini paranın önünde tutmadı mı bu necip millet?
*
Sefai’nin dediği gibi… Bu gün titre ve kendine dön Ayşe, sen de kendine gel Ahmet. Tarık sende duy.
Sen Oğuzhan zaman geçmiyor mu sence?
Ve bağıralım mı sokaklar da avazımız çıktığı kadar. Hepimiz Uygur’uz, Hepimiz Türküz diye…
Bu gün göğsünü gere gere “ Ne Mutlu Türk’üm diyene” diyemezsen yarın çok zor olacak haberin olsun.
Benden söylemesi !...