Çözüm süreci denen olguyu, demokratikleşme olarak algılamak yerine, şımarıklığın ve ihanetin zirve yaptığı bir sürece döndürenler el birliği ile cennet vatanımızı kaosa sürükleme çabalarına girdiler.
İyilikten maraz doğar demiş atalarımız. Eski Türkiye’de “Kürt” demenin bile cezalandırıldığı, ana dilde eğitimin hayal bile edilemediği, Kürtçe isimlerin kimliklere işlenmediği dönemleri yaşamıştık yıllarca.
Kişisel hak ve özgürlüklerin geliştirilmesi, her milliyetten insanımızın daha müreffeh bir yaşama kavuşması bakımından önemle ele alınıp, bu yönde adımlar atılmıştı. Üniter yapımızı bozmayan, birlik ve beraberliğimize kast etmeyecek tüm demokratik adımları milletçe destekledik.
Ancak gelinen noktada her şeyin istediğimiz gibi gitmediğini, bu sürece sahip çıkması gereken kesimlerin niyetlerinin aslında demokratikleşme, kişisel hak ve özgürlüklerin gelişmesinden çok başka şeyler olduğunu yaşadığımız bu günlerde tüm çıplaklığıyla görüyoruz.
Yaşananların bugünkü iktidarın planı olduğu yönünde bazı yorumlar yapanlara rastlıyoruz. Bu yorumların iyi niyetli olmadığını, ya da gerçekleri göremeyip doğru analiz yapamadıklarını düşünüyorum.
2000’li yıllarda terörün belinin kırıldığını, Ak Parti iktidarının terörün yeniden toparlanmasına imkan tanıdığı gibi bence saçma bir takımlar iddialar var. 2000’li yıllarda Türkiye’nin yaşamış olduğu ekonomik bunalım dönemlerini bir hatırlayalım.
Devlet memuruna maaş ödeyemez duruma gelmiş, gecelik faizler yüzde yedibinlere vurmuş, Türkiye’nin ihracatında en büyük paya sahip olan tekstil fabrikalarına birer birer kilit vurulmuştu. Her Allah’ın günü ana haber bültenlerinde kredi kartı ya da çektiği krediyi ödeyemeyen insanların intihar haberlerinden geçilmiyor, küçük esnaf cumhuriyet tarihinde ilk kez Ankara’da bir araya gelerek eylem yapıyordu. Bankalar birer birer batıyor, paraları elden giden vatandaşlar batan bankaların önünde feryad ediyordu. Batan geminin mallarından faydalanmak isteyen eski ABD Başkanı George Bush bile kelepir fabrika satın almak üzere Türkiye’ye koşuyordu. İMF’nin adamı olan Kemal Derviş’i Ekonomiden sorumlu bakan tayin etmek zorunda kalan hükümet dış güçlere “TAM TESLİMİYET” içerisinde bulunuyordu. Dış güçlerin Türkiye’ye diz çöktürmek için kullandığı PKK terör örgütüne artık gerek kalmamıştı. Etinden sütünden her türlü faydalandıkları Türkiye’ye tam da bu dönemde Abdullah Öcalan’ı asılmamak üzere hediye ettiler. Bugün beli kırılmıştı denen süreçte yaşananlar bunlardı. Beli kırılmamış, tasmasını elinde bulunduran güçlerce oyun dışına alınmıştı.,
Bugün Türkiye bambaşka bir Türkiye olmuş, kendi stratejisini ortaya koyan, bölgesel güç olma iddiasını dillendiren, defalarca en üst düzeyde istediği halde “stratejik ortak” bildiğimiz ABD tarafından hem de en çok ihtiyaç duyduğumuz zamanda İHA’ları bize vermemesi neticesinde “Milli Silah Teknolojilerini” geliştirme yoluna giden, bölgesinde istikrarlı bir güç olmaya başlayan Türkiye, dış güçler dediğimiz kesimleri rahatsız etmiş ve Türkiye’nin en yumuşak karnı olarak görülen iki noktadan en çok kullandıklarını, tasmalı örgütü yine üstümüze saldılar. İnanın ekonomik olarak 2000’li yıllarda olduğumuz durumda olsaydık, bugün PKK denen Kürt düşmanı bu örgüt belki de tarih olmuştu.
Sırf Ak Parti iktidarını düşürmek için terör örgütünün uzantısı olan partiye “ailece” oy verenler, bugün büyük bir pişkinlik içinde, her fırsatta silahlanmaya çağıran, şiddeti körükleyenleri değil de Recep Tayyip Erdoğan hedef alıyorlar. İnsanın basireti tutulabilir. Ama bu basiret tutulmasından başka bir şey. Üstad Necip Fazıl’ın da dediği gibi “bizde ki muhalefet iktidarı düşürebilmek adına, ülkeye ihaneti bile mazur görmektedir.”
Söylenecek çok şey var. Akıl başta gerek.
“Ya devlet başa, ya kuzgun leşe.”