Ekmeğe ulaşmakta yetmiyordu çoğu zaman ormanyanın diğer sakinleri kurtlar, çakallar da peşimizi bırakmıyordu. Ya ekmeğimizi elimizden almaya çalışıyordu ya da parça koparıp kendilerine pay çıkarmaya çalışıyorlardı.
Yine de elimizdekiyle yetinip yolumuza devam ediyoruz çok şükür.
Gel zaman git zaman ormanyada çok büyük değişimler oldu. Kimse kimseye yetmez oldu, hiç kimseye bir şey yetmez oldu. Ekmek de ormanya kralının ağzından mideye doğru indi.
Bizden sonrakilere nasihatimiz ekmek mideden bağırsaklara inmeden yetişmeleri oldu.
Bütün bunların sebebi aslında yokluk, kıtlık falan da değildi. Ormanya da her şey fazlasıyla vardı. Ormanya sakinlerinin doyumsuz iştahları, her şeyin daha fazlasına sahip olma arzusu, çalışmadan bunlara ulaşmak istemeleri, ekmeği aslanın ağzından kendilerinin aldığı iddiaları kısaca egoları, şükürsüzlükleri asıl kavganın sebebiydi.
Öyle diyordu aslanın gölgesinde yetişen çakır gözlü sarışın tilki “ ben de ormanya da büyüdüm, bu kulübe de benim de emeğim var”. Oysa aslan büyük fedakarlıklar yapıp ağzındaki ekmeği kendi yememiş onlarla paylaşmıştı. Aslan kendi yuvasına gittiğinde elinde avucunda bir şey yoktu. Elindeki tek sermaye gücü ve cüssesi idi.
Aslan ormanyanın ücra bir köşesinde kendine yeni yuva kurmuştu. Üstelik elinde avucunda hiçbir şey yokken sıfırdan ekmeğin peşine düşmüştü. Bu sefer etrafında sadece tilkiler değil sırtlanlar, çakallar kurtlar fink atıyordu. Üstelik tek başına ve etrafında yardım edecek kimsesi de yoktu.
Gücünün ve cüssesinin yanı sıra aklını kullanarak yaşadığı zorlukları bir daha yaşamamak, yavrularına da yaşatmamak için mücadele ediyordu. Zaten doğuştan yaralıydı, bu mücadelesi de bir hayli yıpratmıştı kendisini.
Tam düzlüğe çıkacaktı ki, tıpkı öncekiler gibi kendisini sıçrama tahtası olarak kullanan yavruları tarafından linç edilmeye kalkıldı. Modern ormanya da artık hiçbir şey eskisi gibi değildi eskiler bile eskisi gibi değildi. Adeta topyekun saldırıya geçmişlerdi.
Aslanın sırtından geçinenler kıyıda köşede kime ait ne varsa aslanın suçuymuş gibi onu parçalamak için kullanmaya başladılar. Sanırsınız ki, herkes sütten çıkmış ak kaşık bir tek suçlu yaşlı aslan.
Can havliyle doğup büyüdüğü topraklara geri döndü yaşlı aslan. Ömrünün geri kalanını huzur içinde geçirmeyi planlıyordu. Ne varsa eskilerde var diye düşündü bir an.
Bilemedi eski defterlerin açılacağını, kartların yeniden karılacağını. Tilkiler, çakallar önce sinsi sinsi yaklaştı aslana. Sıçrama tahtası olarak yeniden kullanmaya başladılar.
Amaçları aslanın ağzındaki ekmek değildi hiç şüphesiz. Hem eskinin intikamını almak hem de yeniden bir yerlere sıçramaya çalışmaktı asıl gayeleri.
Hiç kimse çıkan sonucun kendi tercihleri olduğunu kabullenmiyordu. Güçlü olmanın, dik durmanın iradeli olmanın bedeli ödetilmeliydi aslana. Nasıl olsa yeni kurduğu yuvadaki dişi aslan elini kolunu da bağlamıştı yeni yavrularla.
Pes etmedi etmek istemedi yaşlı aslan. Lakin bir hayli yıpranmış, bir hayli de yorgun düşmüştü. Modern ormanya da hiçbir şey istediği gibi gitmiyordu. Üstelik yaşlılığa bağlı hastalıklar da bedenini rahat bırakmıyordu. Ölüm gözünde iyice şekillenmeye başladı. Zaten kendi kendine 60-65 ormanya çilesi için yeterli diyordu. Sanki ona bir adım daha yaklaşmıştı. Ne ekmek kavgası ne gelecek kaygısı taşımıyordu artık. Gözündeki ışığın sönmesini bekliyordu adeta.
Nasıl buldunuz hikayeyi? Alfred Hirchook ya da Lafonten masallarına benzemiyor değil mi? Benzemez çünkü bu hikaye gerçek bir hikaye, hayatın gerçeği.
Hadi kalın sağlıcakla, selam ve dua ile...