Oysa aynı UEFA, İngiliz futbolcu Bellingham'ın ahlakdışı hareketine, Tadiç'in, Sırpların Boşnakları katletmesinin sembolü olan hareketine ve daha bunun gibi nice harekete ceza vermediği gibi; İngiliz’in formasındaki aslanı, Fransızın formasınsaki horozu, Portakal olarak nitelendirilen Hollandalıların ne alaka ise yine formalarındaki aslanı ve daha bunlar gibi nice ülkenin kendini ifade meyanında formasına koyduğu amblemi vs. normal simge olarak kabul etmesine rağmen, ne ilginçtir ki Merih’in yaptığı bozkurt işaretini ise ırkçılık olarak yorumladı!
Aslında Merih'in yaptığı bozkurt hareketini UEFA'ya şikayet ederek esas ırkçılığı kendisi yapan Almanya'nın bet suratlı içişleri bakanının yönlendirmesine uygun bir cezaydı bu.
Aynı zamanda belliydi ki motivasyonu yükselmiş olan Türk milli takımının motivasyonunu da kırmayı amaçlamışlardı ayrı konu.
Yine bununla birlikte içlerinde bir türlü sönmek bilmeyen Türk düşmanlığına yenilerek verdikleri de bir cezaydı.
Oysa tarihi araştırmış olsalar bunun bir ırkçılık ya da siyasi bir simge olmayıp bilinen iki bin yıllık Türk tarihinde Türk mitolojisini simgeleyen bir hareket olduğunu öğrenebilirlerdi.
Ancak burada asıl tuhaf olan, Türklüğün tarihi bir simgesi olan bu harekete karşı ülkemiz içinden yükselen seslerdi!
Sabahları neden andımız okunmuyor? Diye tivit atıp, Merih'in hareketini ırkçılık olarak yorumlayanlar mı ararsınız, isimlerinin başına Tc yazıp, Merih nasıl bu hareketi yapar, diyenler mi!..
İşin en ilginç olan ise, ülkemizde dokunulmaz şemsiyeler altına girip Türklüğü savunan! basın, yayın, sanat, eğitim, bürokrasi ve siyaset alanında üst düzey makam ve mevkileri işgal eden pek çok kişinin de Merih'in bu hareketinden rahatsız olmasıydı...
Aslında bunlar bu nefreti İslami bir sembol olan tevhid ve tevekkül hareketini yaptığı için Arda'ya da kusmuşlardı...
Ona, tevhit hareketini yapana kadar sempatiktin! Diyenler; Merih'e de Türk hareketi yapmayacaktın! Demeye başladılar.
Real Madrid’de gösterdiği başarı ile herkesin sempatisini toplayan Arda’nın elini kalbinin üzerine koyarak tevekkül, diğer eliyle de tevhid işareti yaptığını fark ettiklerinde birden kudurmuşa döndüler.
Bahane olarak da -Vay futbol sahasında dinin inancın ne işi var! Bahanelerini ileri attılar. Oysa Hristiyan futbolcular maçlarda oyuna girerken, çıkarken ve gol attıklarında haç işareti yaparak Hristiyan inancına göre teslimiyet veya kutlama yapmalarını gayet saygıyla karşılayabiliyorlardı. Karşılasınlar bizi ilgilendirmiyor, nihayetinde herkes kendi inancına göre teslimiyet veya şükür ifadesi göstermesinden doğal bir şey yok. Ancak İslami bir sembole şahit olduklarında ise bir anda ağızlarından salyalarını akıtarak -Vay işte dinin sahada ne işi var! Demeye başladılar.
Real Madrid takımı Şampiyonlar ligi gibi kulüpler bazında dünyanın en büyük futbol turnuvasında şampiyon olunca kupayı kiliseye ve papaza götürmelerine ses çıkarmazlar bile. Yani çıkarmasınlar zaten. Ancak düşünsenize bir futbol takımımız aldığı kupayla camiye gidiyor ve bunu bir imamın duaları eşliğinde kutluyor. Aman ya Rabbi bu güruh kıyameti koparmaz mı!
Mesela ülkemizin laikliği kendisinden aldığı Fransa, yine papazların ayini ile Yunanistan’dan yola çıkan olimpiyat meşalesi, Fransa’da da papazlar eşliğinde karşılanıp kilisede takdis edildi.
Aman ya Rabbim ülkemde bir futbol takımının kupayla camiye gittiğini, maçtan önce imama dua ettirdiğini, kazanılan kupanın diyanet işleri başkanına takdim edildiğini filan düşünün!
Bu güruh, bu tayfa neler söyler!
Oysa bunlar, adına Ebrar denen, afedersiniz kadınlarla kızlarla, bu toplumun inanç ve değerlerine aykırı bir cinsel yaşam süren oyuncuyu güya Türk Milli voleybol takımında olduğu için sahiplenmişlerdi!
Demek ki bunların derdi İnanca saygılı olmak, Türklük veya Tabela da Tc yazması değil; bize ait olan, Türklüğe ve İslam’a ait olan ne varsa ona düşmanlık etmekti...
Ve bu tayfa ne yazık ki iki yüz yıldır her yeri kuşatmışlar son yüz yılda ise ülkenin pek çok köşe başını tutmuşlar. Kendilerinden olana ve Türk toplumunu ahlak ve inanç normlarına aykırı yaşayanlara ise değer atfedip; aksine vatanın gerçek sahipleri olan imanlı, inançlı kesim ise hep horlamış, yok saymış ve değerlerine de hakaret etmişler.
Yüz yıldır sanat sepet, yazar çizerlik ve akademi gibi camialarda da köşe başlarını tutmuş olan bu camianın, bizimle ve bizim değerlerimizle hatta ve hatta onları bu makamlara getiren ülkemizle zerrece alakaları olmadığına; Öyle ki o makamları işgal etmelerine rağmen bu ülkenin lehine olan hiçbir şey üretmedikleri gibi, bu ülkenin başarılarına da sevinmediklerini ve adeta ara ara kendilerini açık eden gizli bir işgal ordusu gibi hareket ettiklerine şahit olmaktayız.
Yani bunları isim isim saymaya lüzum yok. Zira bazı camiaları biraz araştırdığınızda ismi bize benzeyen pek çok kişinin aslında Osmanlı döneminde azınlık denilen tayfadan oldukları ya da mübadele esnasında Müslüman Türklerin arasına karışarak ülkemize geldiklerine ya da çeşitli mihraklar tarafından getirildiklerine şahit olmaktayız. Ancak ne yazık ki kurdukları eğitim mekanikleri ve medya sistemi sayesinde de, bu ülkenin evlatlarını kendi öz değerlerine yabancı hatta düşman olarak yetiştirerek mankurtlaştırmaktalar.
Bunlar ara ara da ya her hangi bir başörtülüden ya da namaz kılan birinden rahatsız olduklarında ya da kendilerini çok rahat hissettiklerinde arada bir kendilerini açık ediyorlar. Hatta bazen kendilerini çok rahat hissedip, Sırp kanı taşıyıp, Türk kanı taşımamakla övünen kendi işinden başka her şeye maydonoz prof örneğinde olduğu gibi veyahut işte filan şehrin yüzde sekseni Müslüman değildi ve çok nezihti diyebilecek kadar İslami değerlere karşı nefretlerini açık ettiklerinden anlaşılabiliyor.
Veya en küçük bir toplumsal olayda bize ve bizden olana karşı sergiledikleri tavır veya İslam-Türk coğrafyasında meydana gelen bir olumsuzluğa karşı aldıkları duyarsız tavırlarıyla da belli oluyorlar artık.
Yani yirmi otuz yıl önce şu şarkıcı, bu sanatçı, bu yazar diye peşinden koşulan pek çok kişinin aslında bizden değil; Hatta sadece bu da değil, değil bizden olana düşman, yani bize düşman olduklarını görüyoruz.
Bunları tanımak da kolay!
Zira en önemli ortak noktaları birincisi İslam düşmanlığı, ikincisi ise Osmanlı düşmanlığıdır. Bu iki olumsuz durum at başıdır. İslam’a düşmansa Osmanlıya da düşman, Osmanlıya düşmansa İslam’a da düşman.
Şüphesiz Osmanlıya düşman olmalarının sebebi ise Osmanlının İslam’a hizmet etmiş olmasıdır. Ama lafa gelince sarayın içini bilmeyen, Avrupa saraylarındaki şatafat ve eğlence dünyasından yola çıkarak kafalarında kurdukları Osmanlı sarayı hayalinden yola çıkan saçma sapan ve asılsız birkaç sözde belgeye sarılarak padişahların içki içtiklerini iddia ederek onları suçlarlar.
Oysa Osmanlı padişahları içki içseydi en çok onların sevmesi gerekirdi! Çünkü bu güruhun en çok sevdiği şeyler rakı vs. gibi içki ve türevleri ve onları içenlerdir. Üstelik kadeh kadeh içki içen ve bunu maharet gibi gözümüze sokan bu insanların, bir başkasını içki içmekle suçlaması ne kadar samimi ve inandırıcı olabilir?
Bunu yapmalarından maksat inanan insanların gözünde atalarımızı kötülemektir.
Çünkü Osmanlı onların atası değildir ve İslam’a hizmet ettikleri ve İslam’ı Batıya taşıdıkları için onlara göre suçludur ve her türlü takiyye ile Osmanlıya iftira atmak ve onu torunlarının gözünde de alaşağı etmeyi amaçlamak yolunda her türlü hileyi mübah görürler.
Üstelik bütün attıkları manşetler, yaptıkları konuşmalar ve yazdıkları neşriyatla bizim zihin ve gönül dünyamızda da algı oluşturarak, bizim de inançlarımızı, davranışlarımızı, düşüncelerimizi ve zihniyetimizi dönüştürmeyi amaçlarlar.
Üstelik isimleri bize benzediği için tanımakta zorlandığımız bu grubunun toplumu sürklase eden üst katmanın da pek çoğu birbiri ile ya yakın uzak akraba ya da bir loca kardeşliği ile birbiri ile alakalılar. Yani öyle kimi çirkin kimi yazı yazmayı dahi bilmeyen ya da bunu da ne çıkarıp konuşturuyorlar denilen şarkıcı, sanatçı yazar tayfasının çoğu boşu oralarda olmayıp birbirlerini destekle oralarda olduklarını da anlıyoruz.
Yani aslında bunların bu ülkede kanunlarla kabul gördüğü düşünülen pek çok şeyi savunuyormuş gibi gözükmeleri de takiyyeden ibaret. O kanunları da kullanarak bu ülkeye düşmanlık etmeyi ve bu milleti sindirmeyi amaçlarlar.
Çünkü cibilliyetleri, kanları ve inançları bizimle ortak değil.
Onları tanımak kolay aslında. Zira onlar bu ülkenin gerçekçi olan hiçbir başarısına sevinmezler. Seviniyorlarsa da dikkat edin Kadın voleybol milli takımı olayında olduğu gibi, bunu dahi bu milletin değerlerine tarihine saldırmak aşağılamak için bir fırsat görerek böyle kullanır ve bunun için sevinirler.
Oysa son dönemlere kadar yani iplikleri pazara çıkıncaya değin onları bizden zannediyorduk...
Meğer tarlamızı ne fena sürmüşler değil mi!
Konu nerelere uzadı gitti ancak artık Avrupa şampiyonasında da eksikliği hissedildiği üzere, her büyük ülkede olduğu gibi, ülkemiz için de, bir ülke arması, bir de sportif arma gerekliliği de iyice ortaya çıktı.
Ülke arması olarak İki Selçuklu kartalının ortasında Osmanlı devlet arması; Spor faaliyeti için ise arkasında kurt simgesi olan Ay Yıldız ideal arma olarak gözükmektedir.