Hasan KAMİLOĞLU

Tarih: 18.09.2024 17:24

PARİS REZALET OLİMPİYATLARI

Facebook Twitter Linked-in

 

Yıllardır toplumların üzerinde denedikleri toplumları olumsuz manada dönüştürme projelerini bu sefer olimpiyatları da alet ederek topyekûn anlamda gözümüze sokmaya çalıştılar. 

Örneğin kadınları döve döve Finale yükselen hatta şampiyon olan, yüzüne ilk bakışta -Erkek değil mi bu ya! Diye düşündüğümüz Cezayirli boksörün, ameliyatla kadın olduğunu! Öğrendiğimizde -Bu haksızlık! Değil mi diye düşündük. Hatta bir kadının erkek gücü taşıyan ve aslında erkek olan biriyle dövüşemeyeceğini ileri sürerek daha maçın başında çekilen İtalyan kadın boksörün ağlayışlarını ve sessiz çığlıklarına kimse kulak bile asmadı. Çünkü küresel olimpiyat komitesi belli ki başka türlü düşünmekte. Aynı durum aslında erkek olduğu ifade edilen ve yine kadınlarla dövüşen Tayvanlı boksör için de geçerliydi ancak kimse umursamadı. Hani o kadın hakları vs. diye tutuşan, bağrışan, ortalığı yıkan kadın derneklerinden zerre kadar ses çıkmadı. 

Çıkmaz çünkü onlar da en az o sporcular kadar küresel projelerin bir parçası. 

Zaten olimpiyatların daha açılışında, erkeğe dönüşmüş kadınlar, kadına dönüşmüş erkeklerin ön plana çıktığı ahlaksız planlamalar ile karşılaşan seyirci daha başta ne oluyoruz, dedi. Ahlakdışı görsellerin dışında, yetmedi İsa peygamberin İncil kaynaklarına göre varlığı ifade edilen ve Leonardo Da Vinci ile hayali de olsa resme döktüğü son yemeği olgusuyla bile dalga geçerek, Hristiyanlık teolojisi ile de dalga geçildi. 

Bu tabloya dair yorumlanacak pek çok şey var ancak, ben bunun en çok da Şişman Zenci kadın görüntüsü ile İsa a.s’ı ve Hristiyan teolojisini sadece yiyen, tüketen işe yaramaz dalga geçilesi bir yapı olarak vurgulamaya çalıştıkları da ortaya çıkıyor. Önündeki meyve tabağından ise kadın mı erkek mi olduğu belli olmayan renkli ve tuhaf bir insan tipinin olması ise İsa’nın toplumundaki değişimi ve dönüşümü ortaya koymaya çalıştıklarını varsaymaktayım.

Aslında şeytanın askeri konumundaki küresel zihniyet, her alana sızdıklarını ve her sahada etkin olduklarını dünyaya gösterdiler. Zira Katar’daki dünya şampiyonasında da Araplar üzerinden mesaj vererek Müslümanlar üzerindeki dönüşüme dair de mesajlar vermişlerdi. 

Dahası Allah’ın lanetlediği bu anlayışı yaygınlaştırmak suretiyle genel ahlak anlayışına savaş açtıklarını gösterdikleri gibi, bunlarla birlikte bütün inançları tiye aldıklarını, umursamadıklarını ve insanlığı yok oluşa doğru götürdüklerinin mesajlarını vermekteler. 

Fransızların hiç tarihe bakmadan nerede ise kendilerini en kadim milletlerden biri olarak ilan etme duygusu olimpiyatlarda da kendisini gösterdi. Güya atın üzerinde giden yüzsüz şövalye ile Fransa’nın büyük tarihini resmetmeye çalıştıklarını bizim TRT spikeri sürekli tekrar etti ancak ne Fransa’nın öyle büyük bir tarihi vardı ne de atın üzerindeki şövalye Fransa’yı temsil ediyordu. Oysa görsel bildiğiniz satanizm ve paganizm sembollerinden ibaretti.

Evet Fransa Avrupa’nın eski devletlerindendir hatta Osmanlı devletinde, Fransa’dan yola Avrupa için zaman zaman “Frenkistan” tanımı kullanılır. Tabi Osmanlı’da bu tanım, bireyde “Frenk” toplumsal itibarla “Frenkistan” ifadesi, aynı zamanda “kafir ve kafirler” kavramlarının da karşılığı olmuştur. Örneğin zaman zaman kafir veya halk dilindeki gavur kelimesi yerine “Frenk” hatta böyle çok şiddetli İslam düşmanlarına yine Frenk kelimesinden türemiş olan ve çok kafir anlamında “Efrenk” kelimesi kullanılmıştır. İşte Avrupa’dan bize intikal eden alışkanlıklara yine merkeze Fransa alınarak “alâFranga” yani Fransız usulü veya daha geniş mana da Avrupa usulü üzere olan denilmiştir. 

Bununla birlikte Fransa’da yüz yılda, iki yüz yılda bir hanedanlar değişmiş hatta kendi krallarını kraliçelerini asmışlar, Fransa defalarca işgale uğramış, yeniden kurulmuş ve en son sancılı iç ve dış kargaşaların ardından Cumhuriyete geçiş yapmışlar fakat hiçbir Fransız her kurulan devlet de ya da bu geçişlerde biz yeni bir devletiz dememiş ve hala Fransa’nın en az iki bin yıllık bir devlet olduğu öğretilir.

Ne kadar manidar değil mi!

Üstelik başka milletlere de kendilerinden türediklerini iddia edebilecek kadar da tarihi çarpıtmışlar. Örneğin işgal edip, zulmedip, kan döktükleri Cezayir’de yaptıkları tarih araştırmalarında, Cezayirlilerin atasının “France” adında bir kadın! olduğunu söz de buldukları mağara resimleri ile ileri sürerek, genel itibarla Müslüman, Arap ve Berberi olan Kuzey Afrika-Cezayir toplumunun dahi tarihini dahi kendilerine bağlamaya çalışmışlar….

Buradan yola çıkarak Fransa’nın da içinde bulunduğu küresel yapının oluşturmaya çalıştığı cinsiyetsiz toplum düşüncesinde Fransa’nın kanlı ve fitne dolu ellerini bir türlü çekmediği Müslüman Cezayir coğrafyasından bir boksörü kullanmak istemedikleri de ne malum! Diye düşünmek de mümkün açıkçası.

Nihayetinde küresel yapı için algı, reklam, pr çalışması bunlar için çok mühim. Çünkü ahlak etik vs. gibi özellikleri ne yazık ki yok. Amaçları da bütün değer yargılarını yok etmek zaten.

Alanı daraltıp bize gelince kırk yıl sonra ilk defa altın madalyasız dönülen bir olimpiyat olmuş. Gerçi zaten dönüşün nasıl olacağı gidişten belli değil miydi. Belki de tarihin en kalabalık olimpiyat kafilesine, pijamaya mı yoksa Nazi Almanya’sının sabun yapmak üzere fabrikalara gönderdiği Yahudilere giydirdiği kamuflaja mı benzediği uzun süre tartışılan, kime benzediği belli olmayan gevşek kıyafetlerden belliydi zaten sonuçların da gevşekliği.

Her devlet-millet bu uluslararası organizasyona gelirken kendi öz kültürüne ait kıyafetlerle gelirken, yüz yıldır batıya dönse batılı olamayan, doğuya dönse batı özentisi sebebiyle doğuyu beğenmeyen elitlere sebebiyle kurumlarımıza ve halkımıza sızmış olan ne olduğu tam belli olmayan anlayış sebebiyle kendimize özgü bir kıyafetle olimpiyatlara katılmamış olmamız bir kimlik erozyonunun yanında aynı zamanda bir özgüven problemi olarak da dikkat çekti.

Oysa Osmanlının son yıllarında Amerika’ya güreş organizasyonu için giden iki güreşçimizin bugün ki fotoğraflara yansıyan silüetlerini görünce o asil, vakur, erdemli ve bizi yansıtan güçlü duruştan, bizi zerre kadar yansıtmayan pijama benzeri gevşek duruşa nasıl geçiş yaptığımızı da sorgulamalıyız.  

Bu kendi değerlerine güvenmeyen ve bunlardan utanç duyan anlayış gümüş madalya almasına rağmen hareketi ile olimpiyatlara damga vuran Yusuf Dikeç’in annesi ile verdiği fotoğrafta bile kendini göstermedi mi? Sırf Yusuf Dikeç’in annesi başörtülü olduğu için, aman Avrupa’ya rezil olduk diyerek kendi ülkesinin değerleri ile çatışmak başka hangi ülkede vardır, izah edilebilir mi.

Edilemez, zira bu kitle ve bu en basit tabirle bu hastalıklı ve kompleksli anlayışa sahip insanlar sadece bizim ülkemizde var.

İşte her olayda olduğu gibi örneğin altın madalya alamayışımızı sorgulamak yerine sporcunun annesinin başörtüsü ile uğraşmak gibi bayağılık sebebiyle olayların derinlemesine analizi ülkemizde hiçbir zaman yapılamayıp, hep kısır tartışmaların ortasında kalmaktayız. 

Örneğin ülkemizdeki her başarılı sporcunun acı ile dolu bir geçmişi olması bir tesadüf müdür?  

Demek ki bu manada tam organize bir çalışma mevzubahis olmadığı ortadadır. 

Devletin özellikle son yıllarda yaptığı atılımlarla çok iyi spor tesislerine sahip olunmasına rağmen sporcu başarısının aynı düzlemde gitmemesi bu alanın da çok iyi irdelenerek sağlıklı ve planlı bir sportif düzene ihtiyaç olduğu ve başarının da ancak bu şekilde gelebileceğini görebilmek gerek.

Örneğin Çin 1998 yılında, 2008 olimpiyatlarını aldığı gün okullarda büyük bir spor çalışması başlattı. 

Henüz 7-8 hatta daha küçük yaşlarındaki çocukları 10 yıl sonra kendi ülkesinde yapılacak olan olimpiyatlara büyük bir itina ile ve programla hazırlayarak ilk defa bir olimpiyatta ABD’nin önüne geçen ülke oldu. Üstelik aynı çocuklar ve onların ardından devam ettirdiği sistematik anlayış ile bu başarıyı ondan sonraki olimpiyatlarda da kalıcı hale getirdi. 

Bu olimpiyatlarda aldıkları madalyalar ile dikkat çeken Türk cumhuriyetlerinin uyguladığı sistemi de gözden geçirdiğimizde okullarda beden eğitimi derslerinin branşlaşma üzerine yapıldığını ve her öğrencinin istidadına göre daha ilk okuldan itibaren eğitim hayatı boyunca aynı spor alanında devam ederek o alanda iyi birer sporcu olmalarının yolunun çizildiğini de öğrenmiş olduk. 

Bu vesile ile ülkemizde de örneğin bizim çocukluğumuzdaki at topu oynayalım seviyesinin ilerisine geçilerek daha iyi bir beden eğitimi dersi geliştirilmeye çalışılmış olsa da bu istikrarlı ve istidatlı çalışma olmadıkça sportif başarılarımız saman alevi benzeri olmaya mahkûm kalır. 

Oysa bir devlet her şeyi ile başka milletleri etkileyen bir medeniyet olabilir. 

Her konuda örnek almaya muhtaç olduğumuz sevgili peygamberimiz s.a.v de gelişimi istikrarı tek bir cümle ile özetleyerek “iki günü eşit olan bizden değildir” buyurmuş. Haliyle gelişim dediğimiz şey bugün düden iyi, yarın bugünden iyi olmakla mümkündür. Öyleyse bunları örnekleyerek geleceği her gün üst üste koyacak şekilde planlamak lazım.

Sanat alanlarımızı yeniden sorgulayarak öze dönüş yaşamamız gerektiği gibi sportif sahaların her alanında da her branş bazında sistematik şekilde ilerlenen, planlı, düzenli ve istikrarlı bir yapı oluşturmalıyız. 

Ancak bu sayede istikrarlı bir başarı ile başka milletleri de etkileyen daima büyük bir devlet oluruz. 

Sağlıcakla kalın

 


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —
352286612