Efendim: uzun zamandır tuşlara dokunup meramımı sizlere anlatamadım. Karınca kararınca sosyal medya hesaplarımdan bir şeyler anlatmaya çalıştım. Öylesine tuhaf bir zaman diliminden geçiyoruzki sormayın gitsin.
Fetö biryanda, pkk bir yanda, deaş bir yanda. Neredeyse alfabenin tüm harfleri bu devlete/ millete düşman Kesilen örgütler tarafından işgal edilmiş.
Hangisini anlatacağını bilemiyor insan.
Deaşı anlatacak oluyorsun pkk çıkıyor; pkk’yı anlatacak oluyorsun fetö çıkıyor. Dhkpc, pyd. anlat anlat bitmiyor canına yandığım.
15 Temmuz gecesi Allah bu devlete/millete yardım etti. Sn Cumhur başkanımızın feraseti Milletin imanıyla birleşti ve ülke bir felaketin eşiğinden döndü. Hemde öyle bir döndüki geçmiş bir anda ellerin tersiyle çöpe atıldı.
Cumhurun Reisi diyor ki; “Ben dâhil hiç kimse 15 Temmuz'dan önceki gibi davranamaz.”
İşte bu çıkış oldu herşeyi bir kenara bıraktıran cümle.
Bu cümle bize ne söylüyor?
Bir tespit ve bir teklif var bu ifadelerde. Tespite dair bir niçin, teklife dair bir nasıl var.
Tespit şu: 15 Temmuz'da atlattığımız darbe görünümlü işgal hareketi, değişik enstrüman ve argümanlarla yeniden ortaya konmaya çalışılacak. FETÖ eliyle başaramadıklarını farklı şekillerde neticeye ulaştırmaya çalışacaklar. Bu işin şakası yok.
ABD ve Avrupalı demokrasi havarisi siyasiler, darbe teşebbüsünü net bir şekilde kınayamadılar bile. Batı medyasının neredeyse bütünüyle nasıl bir manipülasyon peşinde olduğunu hep beraber görüyoruz. İsveç Dışişleri Bakanı Wallström'ün iftirasından tutun, Avusturya'nın Dışişleri Bakan'ından daha etkili havaalanı panolarına varıncaya kadar pis bir oyun oynanıyor. Mursi'nin Mısır'ını hatırlatan bir oyun bu. ABD'nin eski Ankara Büyükelçisi Jeffrey'in Hürriyet'e verdiği röportajda söylediği sözler senaryoyu özetleyen bir itirafname gibi.
Tespitin 'niçin'ini de şu şekilde ifade edebiliriz sanırım: 15 Temmuz başlamış ve bitmiş bir hadise olsaydı, anlamsız didişmelerimize ve ucuz kavgalarımıza eskisi gibi devam edebilirdik. Ancak başladı ama bitmedi ve anlaşılan o ki başlatanlar bitirmeden rahat etmeyecekler. İşte bunun için eskisi gibi davranamayız.
Buradan teklife ve 'nasıl'a bir pencere aralayalım.
Teklif şu: Mademki “hizmet”leri varlığımıza ihanet olan FETÖ'nün ihaneti birliğimize hizmet oldu; iktidarı muhalefeti, sağcısı solcusu, Türk'ü Kürt'ü, sarhoşu berduşu, zengini fakiri, yaşlısı genci bir olduk. O halde bu birliği devam ettirmeliyiz. Sadece siyasilerin değil her birimizin omzunda bu birlik ruhunun tek bir gönlü bile ıskalamadan büyütülmesi gibi ağır bir vebal var artık.
Teklifin 'nasıl'ı hepimizin mâlumu. Bu birliği devam ettirmek için yapmamız gereken şey, siyasi görüş ayrılıklarımızı, farklılıklarımızı, eski kavgalarımızı, küçük hesaplarımızı artık bir kenara bırakarak, yeni bir sayfa açmak.
Kritik soruyu şimdi soralım:
Birbirimize karşı daha anlayışlı, daha mütevazı, çok daha toleranslı olmayı, 15 Temmuz öncesinden farklı olmayı, ezcümle millet olmayı başarabilecek miyiz?
Keşke evet diyebilseydim. Kalbim başarabildiğimizi görmek için çırpınıyor, aklım gördükleriyle yaralı ve ben evet diyemiyorum.
Evet diyebilirdim, Kılıçdaroğlu'nun Külliye'ye gidişini, Yenikapı'ya gelişini 'hani gitmeyecektin'le başlayıp 'adamı böyle getirtirler'e kadar uzayan rövanşist zırvalarla karşılayanlara şahit olmasaydım.
Evet diyebilirdim, Bahçeli'nin devletinin yanında yiğitçe duruşunu Akşener'den kurtulmak için aldığı -güya- teminata yoran akıl fukaralarını duymasaydım.
Evet diyebilirdim, eşinin başörtüsü, pantolonunun diz izi bahanesiyle bu vatanın dindar evlatlarını ordudan uzaklaştırıp, takiyyeci namussuzların onların yerine doluşmasının önünün açanların, bugün ekran ekran dolaşarak o çocukların zaferini kendilerine mâl ettiğini ve bu sıkıntıyı doğuran asıl hastalığı tek çare diye yutturmaya çalıştıklarını görmeseydim.
Evet diyebilirdim, Başbakan'ın açıklamasından önce 'darbe var' diyerek milleti meydanlara davet edenlerin -taltif edilmek dururken- darbecilerle anlaşmalı olduklarını îmâ eden saçmalıkları okumasaydım.
Evet diyebilirdim, sloganın mermilerin üstüne yürüyecek cesareti olmayanların attığı bir şey olduğunu, tankların önüne yatabilen bir yüreğin en büyük slogandan daha büyük olduğunu bilmeseydim.
Evet diyebilirdim, maksadını aştığı belli bir ifade yüzünden aynı davaya kendileri doğmadan evvel gönül vermiş abilerini linç eden gençlerin arasına karışıp 'bir taş da ben atayım' diyen insafsız çokbilmiş eskileri görmeseydim.
Evet diyebilirdim, Metin Feyzioğlu'nun Cumhurbaşkanı'nın yanındaki müeddep duruşunu, yeni vaziyetten doğan samimi bir tevazua değil de yediği eski paparaya hamleden tweetleri okumasaydım.
Evet diyebilirdim, tasavvuf ehline saldırmak için, ya ahmak ya FETÖ'cü olmak icap eden böylesi bir zamanda, kargaşadan istifade ile bütün tarikat ve cemaatlere iftira eden budalalara rast gelmeseydim.
Ve evet diyebilirdim, bir milletin yeniden doğuşu çapındaki muazzam hadiseyi, üzerinden bir ay geçmeden magazin bulamacına çevirip, eski şahsi kavgalarımızın yeni mevzii haline getirdiğimizi seyretmeseydim.
Uzar gider bu liste, ama uzamamalı, artık uzatmamalıyız.
Nasıl ki kimlerin militan derecesinde FETÖ'cü olduğunu tespit için 17-25 Aralık'tan sonraki tavırlarına bakıyor ve samimi bir pişmanlık gördüğümüzde bu tarihten öncesini o kişilerin aldanmışlığına yoruyoruz.
Kızdığımız, sevmediğimiz, fikrine katılmadığımız, bizim gibi düşünmeyen, bizi sevmediğini bildiğimiz herkes için de bir 15 Temmuz sayfası açmayı başarabilmeliyiz. Önceki kırgınlıklarımız, kızgınlıklarımız, kavgalarımız bırakın öncede kalsın. Sonramızı düşünüyorsanız, kurcalamayın önceyi.
Birine, “ne iyi ettin de geldin deyin”, diğerine “yine isminin hakkını verdi, helal olsun”, ötekine “mütevazı adammış, sağ olsun…” Abinize, “slogan atamadık ama slogan olduk” deyin tebessümle, kendinize “söylediklerinin ne yeriydi ne zamanı ama bu adam bizim abimiz yahu” deyin. Birine, “FETÖ'nün tasavvuftan farklarını anlatacaktık ama aynılığını bulamadık” deyin latife ile, diğerine “bir daha darbe olursa sizden teyit almadan millete haydi demeyeceğiz” deyip gülümseyin.
Bunu yapınca siz eksilmezsiniz, biz çoğalırız.
Eskiyi eskide bırakın.
Tebessümle çoğaltın kardeşliği, hüsn-ü zan ile azalmamıza engel olun. Tevazu ile bir araya gelin, müsamaha ile uzaklaşanın ellerinden tutun.
Asla adamlık ummadığınız adamların bu zamanda devletinin ve milletinin yanında duruşunu şımarık bir galibiyet hissiyle bakıp şüpheyle değil, tevazu ve muhabbetle bakıp hüsn-ü zanla karşılayın.
Öyle samimi bir hüsn-ü zanla karşılayın ki hem de, başkaca bir hesapları varsa bile, utanıp sizin zannınız üzere olmaya mecbur hissetsinler kendilerini.
Ama diyecek zaman değil. Ama demeyin!
Siz haklıysanız onlar kaybeder, ben yanılmıyorsam Türkiye kazanır.
O halde, ama demeyin ki evet diyebilelim.