Ufukların kızıllığı üzerinde süzülürken bir teyyare gibi, hangi bilinmez engin limanlara derdini bıraktığını anlatamazsın yerin yüzünde yaşayan toprağın kıyamet sıcağı insanlarına...Onlar, anlamazlar seni, çünkü onlar seni yaratan Allah’tan ziyade bilmezler, sevmezler çekmezler. Onlar toplamazlar senin yüreğinde bulunan gülleri, laleleri ve bilmezler gönlünde yer edinmiş hicran dolu nağmeleri. Seni ancak, nehirler, ırmaklar bir çağlayan inadıyla bereket katan ufukların kızıllığı anlayabilir. Seni, seslerini yüklenen hava zerreleri, bedenini taşıyan toprak, bir kalemin mürekkebi anlayabilir.. Yani seni ancak tüm bunları senin yaşaman için var eden Allah anlayabilir. Sana, ulaşmanı istediğin şeyleri yaratan, ulaşman için önüne hazineleri serdirip yaşatan Rabbin, yani seni ancak var eden anlayabilir . O zaman gel birlikte derdimizi, dertlilere değil, bütün dertleri var edip dermanı içinde cem edene dayanalım. Ufuklara, Nehirlere ırmaklara anlatalım. Zira sende biliyorsun ki insanlar taşıyamaz yürekleri taşlamaktan başka. Onlar ancak , onunsa sever, onunsa korur ve onunsa tutar. O zaman gel beni dinle eğer bir derdin var ise söyleme kimseye, taşı onu, yüklen sırtına sahralara gidene dek. Zira orda bir hancı seni bekliyor çeşitli dermanlar eczası açmış bir şekilde. Seni sana, duaya, gözyaşına, var oluşuna, özüne ve sözüne davet ediyor. Çünkü özün orda seni bekliyor...
Sen bulundukların ve buldukların ile emeklerken, kekelerken ve seke seke yürüyorken yaşamın her gün yaşlandığını yollarda ve bir gün daha, bir öncekini arıyorken , bir sonrakileri ellerin ile savuruyorken yüce Rabbin hala , her günde ve günün her saatinde seni bekliyor. Hadi gel açalım avuçlarımızı seninle birlikte ufukların kızıllığına, sözlerimizi taşısın hava göğün yüzüne doğru, kainatın her zerresi bizlerin güzelliği ile süslensin, şenlensin ve neşelensin. Sen, sesimi duymalısın artık işitmelisin, her yanımda, zamanın her anında. Yanında olduğumu bilmelisin. Toprak gibi, hava gibi ve su gibi. Her nefesinde, her sesinde, fani olan dünyanın her dönüşünde şah damarında olduğumu görmelisin, ölmeden evvel ölmeli, ölmeyecek gibi hissetmelisin beni, diyor Allah. Hadi gel dinle beni, ufukların kızıllığına doğru açalım eller. Gökleri ve felekleri kalplerimiz ile inletelim. Var oluşumuzun sırrını, sır/taşımıza yöneltelim. Korkmayalım, ürkmeyelim yürüyelim bu yolda , sağda, solda hangi tarafta olursak olalım, dört bir kolda saralım, yanalım ve varalım şu bilmediğimizi zannettiğimiz ömrümüzün en nadide varoluş dalına. Zira o dal, hazinelerin biriktirildiği , dermanların cem edildiği, kamil olan ariflerin ecza deposu. İnsanlara verilmeyi bekleyen, doğru yolu gösteren bir fihriste bir reçete. Sen, ben, biz hepimiz oradayız, her birimizin birbirimizi bekleyeceği, sabır edeceği güneşin parıldadığı doruklardayız. Yoksa sen dağların doruklarında olmak istemez misin. Gök yüzünde süzülen bir turna gibi yarini bulmak istemez misin….
Hadi gel Rabbin seni bekliyor, insanlara aldırış etmeden, gel de dur yanına. Seyre dal ,aşka dal ve var, varoluşunun en nadide dalına.