Hasan KAMİLOĞLU

Tarih: 24.06.2024 02:31

GAZZE MESELESİ, BATI TOPLUMUNUN UYANIŞI VE BİZDEKİ DUYARSIZLAR

Facebook Twitter Linked-in

 

Kuzey’de İsrail’in öncelikli toprak hayali içerisinde olduğu Suriye, Ürdün ve Lübnan gibi XX. Yüzyıl devletçiklerine de İsrail’in saldırması için İsrail nasılsa bahaneler üretebilirdi. 

Yani zaten Gazze konusunu hallettikten sonra kendi sapkın itikatlarınca herkesi yok sayarak hayalini kurdukları sözde büyük İsrail projesi için Lübnan ve Suriye’ye de saldıracağını düşünememek ise ancak o coğrafyayı ve Siyonist Yahudi inancını okuyamamakla birlikte dar görüşlü bir bakış olurdu. 

Üstelik İsrail, geçmişte bu savaşın provasını da yapmıştı. 

Zaten bu devletlerin hepsi, İngilizlerin, Osmanlı devletini yıktıktan sonra cetvelle çizerek oluşturduğu yapay devletlerdi. 

Muhtemelen bu devletlerin kurulmasında hesap edilen enerji paylaşımının yanında vakti zamanı geldiğinde kurulması planlanan İsrail devletinin güvenliği ve genişlemesi de planlar dâhilindeydi.

Suriye’de güvensiz ve kaotik bir ortam oluşturmalarına ve ülkemizi sürekli terör belası ile meşgul etmelerine rağmen, İsrail’in 1947 yılındaki kuruluşundan itibaren bölgeyi istikrarsızlaştırmak suretiyle ulaşmaya çalıştığı büyük İsrail hayali sürekli sekteye uğramaktaydı. 

O coğrafyada şahit olduğumuz İsrail’in kurduğu baskıcı ve Filistinlileri tamamen yok sayan sistemlerinden yola çıkarak, bu zalim Siyonist yapının batıl hayallerine giden yolda en önemli engel olduğunu varsaydığı Gazze’yi ortadan kaldırabilmek için bir bahane üretecekleri aklımıza gelmişti açıkçası. 

Kendince, bu engeli tamamen ortadan kaldırabilmesi için oldukça büyük bahane olmalıydı. Bu da ancak karşıdan ciddi bir saldırı olduğunu iddia edebilecekleri ve uluslararası toplumu manipüle edebilecekleri bir bahane olabilirdi. 

Ve bu bahaneyi kendilerince buldular ya da ilk etapta bir şekilde ürettiler. 

Tek atımlık kurşunun varsa, beklemek evlâ gözükebilir ancak İsrail zaten bulduğu her fırsatta ve çeşitli bahanelerle Gazze’yi belli belirsiz bir şekilde keyfi olarak bombalıyordu. Fakat bu denli büyük bir soykırım için aradığı fırsatı eline geçirmiş oldu. 

Kısa zaman içerisinde Gazze’yi işgal edebileceğini ve batıl hesaplarınca büyük İsrail projesini hayata geçirebilmek amacıyla kuzeydeki hedeflerine yöneleceğini tahmin ettiğim İsrail, Gazze’de beklemediği büyük bir direnişle karşılaşarak istediğini elde edemeyince, aylardır çocuk, yaşlı, kadın, genç, muharip ya da muharip olmayan kişi gözetmeden herkesi öldürüyor. 

Savaşın da bir ahlakı vardır sözünün batılılar için geçerli olmadığını, biz zaten tarihten biliyorduk da, XXI. Yüzyılın bütün görünürlüğü önünde İsrail Gazze’de vahşetin ötesinde bir durum ortaya koyuyor. 

İlk etapta basının her dakikasını verdiği bu savaş vakit ilerledikçe yeni sorunların da ortaya çıkması ile gündemde olması gerektiği kadar yer bulamıyor. Gündemde olmaması ise İsrail’in de işine gelip daha fazla baskı altında kalmadan zulmünü icra ediyor. 

İsrail ne yazık ki bu katliamı ibadet niyetiyle ve kafalarında uydurdukları yanlış tanrı anlayışının emirleri icabınca yaptıklarını iddia etmekteler.  

Kendilerince Tevrat’ın muhtelif bölümlerinde her hangi bir savaşı örnek göstermek suretiyle geçen, şehirde yaşlı, kadın, çocuk ve hatta hayvanların dahi canlı bırakılmaması gerektiği örneklerini, Siyonist anlayış bugün Gazze’de uyguluyor. 

Yüce Allah, Kur’an-ı Kerim’deki Buruc suresinde Uhdud ashabından bahseder ki, İslam henüz gelmeden önceki dönemde, yine sırf tevhid inancı üzere oldukları için devrin hâkim gücü olduğunu sananların, iman etmiş olanlara yaptıkları zulümden bahseder bu sure. 

Uhdud ashabı örneğinde sırf kendilerinden olmadıkları için, kalplerinde iman nuru olduğu için mazlum bir milleti, anne ve çocuk demeden ateş dolu hendeklere atan zalim bir topluluktan bahseder Allah c.c.

O gün iman edenler zerrece esnememiş ve imanlarından taviz vermemişti.

İşte bugün de İsrailliler aynen bu uhdud ashabı gibi, kadın, çocuk, yaşlı demeden bu zulüm ve kıyımdan keyif alarak insanları katlediyorlar. 

Gazzeliler ise, Allah’a imanın, zalime karşı direnişin ve yaşadıkları topraklara olan sevginin nasıl olması gerektiğinin dersini veriyor tüm dünyaya.

Bizim için daha ağır ve travmatik olan ise Uhdud konusu ile ilgili tefsir kitaplarında geçtiği üzere, ayette “kahrolsunlar!” diye geçenlerin ise canlı canlı ateşe atılan ve göz göre göre zulme maruz bırakılan müminlerin bu hallerini, müdahale etmeden izleyenler olduğunu söyler.

Bu durum hepimizi korkutmalı!

Dünya milletleri bu zulme yeterli düzeyde tepki gösterebiliyor muyuz diye kafa yormalı!

Dünyanın pek çok ülkesinde ise, sanat ve eğitim camialarından hiç beklenilmeyen tepkiler yükseliyor İsrail’e karşı!

Özellikle Avrupa ve Amerikan üniversiteleri olarak ifade edebileceğimiz batı menşeli üniversitelerde, İsrail’in uyguladığı bu zulüm sürecini gündemde tutularak, İsrail’in Filistinlilere karşı işlediği insanlık suçlarına karşı protestolar yapılıyor. 

Bunları gördükçe zulme uğrayanlar kadar buna kayıtsız kalan insanların çokluğu ise duyarlı insanları kahrediyor.

Ancak Asıl ilginç olan İslam ülkesi olarak addedilen ülkelerin üniversitelerinde ses çıkmaz ya da çok cılız protesto sesleri yükselirken, Batı toplumlarında neler oluyor! 

Asırlardır, haçlı zihniyetin bilinçli olarak iftiralar atarak karaladığı İslam güneşi Gazze meselesi üzerinden bir anda Batıda tekrar parlamaya başladı. 

Buradan şu da ortaya çıkıyor ki eğer İslam doğru bir şekilde Batı toplumlarına ulaştırılabilirse ki en önemli husus “Müslümanların örnek olabilmesi” problemidir. Yıllardır Avrupa’daki milyonlarca Müslümandan istenildiği düzeyde etkilenmeyen Avrupa insanı, Filistin konusu ile birlikte bir anda İslam’ı İslam kaynaklarından araştırmaya başladı ve her gün yüzlerce insan İslam’ı gerçekten tanıdıkça hak yolu tercih ettiklerine şahit oluyoruz. 

Şunu unutmamalı ki Allah nurunu tamamlayacak mesele bizim nerede durduğumuz ve ne yaptığımızdır yoksa görünen köy kılavuz istemiyor zira gözüküyor ki batı İslam’a gebedir, batı İslam’a muhtaçtır.  

Ülkemizdeki sanat isminin şemsiyesi altına sığınanların Filistin gibi İslam’ın “İ” harfinin dahi varlığını hissettikleri konulara karşı duyarsız kalması, bu camia ne kadar bizden ya da kimden? Diye tekrar sorgulanması gerektiği gerçeğini tekrar ortaya çıkarmaktadır.

Yine dünyanın önde gelen pek çok üniversitesinin öğretim kadrosu ve öğrencilerinin, Filistin meselesinde dirençli bir yapı ortaya koymalarına rağmen bizim aynı düzeydeki öğrenci ve eğitim kadrolarının yetişme tarzlarının da sorgulanması gerekmektedir. Eğitim sistemi ve camiasındaki duyarlılık gibi değer yargıları gibi hususlarda araştırmalar yapılarak ülke insanımız ve eğitim kadrolarımız hakkında çözümler geliştirilmesi gerektiğini tekrar tekrar ifade etmeliyim.

Aynı minvalde yazarlık ve televizyon programcılığı gibi köşe başı işlerde bulunanların pek çoğunun sessizliğe bürünmesinin yanında aynı zamanda bazen içindeki “kendisini” gizlemeyi başaramayıp Azra Kohen olayında olduğu gibi kendini açık edenler de var. 

Bu durumun aslında ülkemizde pek çok köşeyi tutanların, birileri tarafından yürütüldüğü, büyütüldüğü, sanat, televizyon, basın ve bireysel yazarlık gibi alanların aslında kontrol altında olduğu ve oralarda büyüyenlerin de yine aynı küresel yapıların destek ve itelemeleri ile o köşelerde bulunduklarını da tekrar idrak etmek gerek.

Bazı insanlarda ise Filistinliler toprak sattı onun için bu başlarına gelen onlara müstahak veya toprak sattıkları için, onlara üzülmüyorum! Dediklerine şahit olmaktayız. 

Her şeyden öte bu bir insani meseledir ve bunu bile idrak edemeyen bir düşünce yapısı ile karşı karşıyayız. 

Velev ki üç kuşak ötede deki Filistinliler toprak sattı, bugün ki günahsızların, mazlum çocukların suçu nedir? 

Burada, zamanında şu kadar kişi toprak satmıştı, yüzdesi bu kadardı gibi aritmetik hesaplamalara girmeden şu tespiti yapmamın daha açıklayıcı olacağını düşünüyorum ki, bugün ülkemizde topraklarını yabancılara satanların sayısı yüzdelik olarak geçmişte Filistin’de, Yahudilere toprak sattığı söylenen Filistinlilerden kat be kat fazladır. Tehlikenin geliyorum dediği bir zamanın sonrasında ülke insanımızda benzer durumlarla muhatap olmak zorunda kalırsa -Toprak satmasalardı! Diyerek köşemize mi çekileceğiz? 

Aynı zamanda Filistinliler Osmanlı’ya ihanet etti! Gibi bir söylemle de muhatap olmaktayız. Aksine bu söylemleri kullananların ise aslında Osmanlı gibi bir hassasiyeti olmadığını da bilmekteyiz. Kahir ekseriyetle bu tipler, ne yazık ki her fırsatta Osmanlıyı da sevmeyen tipler. O zaman bu ikiyüzlülük niye? 

Gönülleri mi katliamcı İsrail ile olacak kadar mı zalim yoksa bu bir maharet değil ancak dünya yanarken bu kadar duyarsızlaşabilmeyi nasıl başarabiliyorlar!

Aynı zamanda her toplumda hain ve işbirlikçilerin olduğunu bilerek, ne üzücü ki bugün bizim ülkemizde dış güçler ile iş birliği yapanların, gizli; hatta aleni olarak ülkemize ihanet edenlerin sayısı ne yazık ki oran olarak sürekli öne sürülen Filistinlilerin oranından fazladır. 

Yani bu kimselerin, Filistinlilerin dedeleri ihanet etmişti, Yahudilere arsa satmıştı gibi bahaneleri ileri sürerek, bugün Gazze’de olanlara sırt dönmelerinin asıl amacı, Filistin halkının Müslüman olması hasebiyle zihinlerindeki algıya yenilerek, onları yok sayma ve görmezden görme anlayışına sahip olmalarından kaynaklanmaktadır. 

Allaha emanet olun, sağlıcakla kalın.


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —
G-GBGQR9HF6V