Memleketteki toplumsal problemleri halletmek için oldukça uğraş veriliyor, ancak bütün gayretlere rağmen bakıyorsunuz ahlaki yozlaşmayı ortadan kaldıramadığınız gibi bir türlü toplumun tamamını aynı noktada ve aynı hedefler doğrultusunda birleştiremiyoruz.
Terör oluşumlarına karşı silahlı mücadele ile üst gelsek de, bir türlü bu illegal yapılanmaları tam olarak bitiremiyoruz.
Evet belki dünya üzerinde sapkınca eylemlerde, diğer ülkelere oranla daha geride olmamız bir nevi teselli olabilir, ancak bu sapkın eylemlerin ve kadın cinayetlerinin azami derecede önüne geçemiyoruz
Gençlerimize bakıyoruz ortaokulda, lise de dört başı mamur olan, ailesine ve milli manevi değerlerine kısmen de olsa saygılı olan çocuklarımızın birçoğu, üniversitelerden farklı fraksiyonlara kaymış olarak, dini ve milli karakterinden uzaklaşmış olarak mezun oluyorlar.
Toplum yapısını bozan her olayda herkes sonucu konuşuyor ve kimse sebepler üzerinde durmuyor. Her kötü bir olayda ilk işimiz, ağır cezalar verilse suçu engelleyebilir miyiz? demek oluyor.
Oysa bütün bunlar için, sadece olayı sorgulamak ve yaptırımı gündem etmek, yetmiyor.
Cezalardan önce sebepleri konuşsak, toplumu bu olumsuz sonuçlara iten sebepleri irdelemek gerekmez mi sizce?
Eğitmeyi konuşsak öncelikle daha iyi olmaz mı?
Eğitimi; hayatın gerçeklerine göre toplumu eğitmeyi konuşsak ve buna göre gerçekçi bir eğitim mantalitesi ortaya koymamız gerekmiyor mu sizce de?
Bütün bu ahlaki yoksunluk, terör oluşumları, öz toprağına ihanetler ve toplum normlarının dışına taşan birçok sapkınca eylem ve milli değerlere düşmanlıkların altında, sağlıklı bir toplum yapısı oluşturamayan eğitim anlayışının mevcudiyeti yatmakta değil mi?
Eğitimde birlik olmayışı, özellikle de üniversitelerin gerçek amacından uzak, hayal satan ve illegal yapılanmalarla kuşatılmış ve kısmen kontrolsüz olması, toplumun aynı değer yargıları etrafında birlik olamayışını da ortaya çıkartmıyor mu?
Örneğin daha yakın zamanda sosyal medya hesabından Peygamberimize hakaretler eden biri vardı. Gerçi bu sadece biri, nice hesaplar var değerlerimizi aşağılayan fakat dikkat çekmeyen. Bu şahısların adına baktığınız da isimlerinin Muhammed, Ahmet, Mehmet, Enes gibi bu memleketin öz isimlerinden olması bize hiç mi bir şeyleri düşünüp tartma ihtiyacı hissettirmiyor!
Nice Muhammedler, Bekirler, Emreler, Ayşeler, Elifler var böyle! İsmi, kim bilir ne güzel düşüncelerle konulmuş olup da, aslında bütün bu isimlerin ait olduğu değerlere uzak yetişen hatta düşman olan çocuklarımız, gençlerimiz!
Tarihi değerlerimizde bile toplum olarak bütünlük sağlayamayışımızın sebebini hiç mi merak etmiyoruz? Aynı toplumun aynı zaman diliminde yaşayan iki karakter düşünün. Ve o toplumdaki bu iki insanın biri, diğerinin değerine küfrediyor.
Neden aynı değerlerin etrafında bütünleşemiyoruz?
O zaman bir eksiklik olmalı! Bu mantalite sorgulanmalı ve düzeltilmeli değil midir?
Bütün bu ahlaki yozlaşmanın ya da cinayetleri çözümlemenin yolu, örneğin kadın cinayetleri vb. illegal durumların çözümü, art niyetlerle önümüze konulmuş beşeri çözümler değil. Mesela kadın cinayetlerini çözmenin yolu olarak elimize bir İstanbul sözleşmesi tutuşturulmuş. Bu beşeri ve çözümsüz-çözümü insanlara sunmak yerine sorunun temeline inip topluma saygı ve ahlaki erdemleri öğretmek daha doğru olacaktır? Nihayetinde gördüğümüz gibi bütün bu illegalliklerin ve cinayetlerin olduğu dönemde İstanbul sözleşmesi yürürlükteydi. Üstelikte bu sözleşme yürürlüğe girdikten sonra her yıl katlanmış bu vakalar. Demek ki kadın cinayetlerini çözmenin yolu böylesine nefislere hitap eden bir sözleşme değil, insanı ve ahlakı eğitmektir…
Ahlakını eğitmediğiniz bir topluma hangi kanunu, hangi kuralı, hangi cezayı, getirirseniz getirin sonuç almak mümkün değil. Toplumu geliştirmek, güzelleştirmek oluşturmak için eğitmek zorundasınız.
Bu sayede erdemli toplumu oluşturabilir ve dünyayı daha yaşanabilir, huzurlu bir yer kılabilirsiniz.
Sonuçları bir kenara bırakıp sebeplere odaklanmalı. Bütün bu yaşanılan nefretlerin, ayrılıkçı kafaların, canice düşüncelerin sebebi, inançlardan uzaklaşma, edep yoksunluğu ve milli manevi değerlerimizden uzaklıktır. Bu da ancak sağlıklı bir eğitimle halledilebilir.
Bir kısım eski bürokrat, farklı partilerin yöneticisi veya sanatçı ya da gazeteci veyahut iş insanının bizim değerlerimizden uzak olması; ya da yeni yetişen gençliğin bir kısmındaki değerlerimize karşı takınılan olumsuz tavır ve halkın inandığı değerlere hakaretler etmeleri, biz de hiç mi bu anlamda bir düşünce uyandırmıyor?
Aslında herkes öğretileni döküyor dilinden. Öğrendiğini dile getiriyor. İyiler iyiyi öğrenenlerin dilinden iyi, kötüyü öğrenenlerin dilinden kötü çıkıyor.
Fetih diye öğrenen fetih diyor, işgal diye öğrenen işgal diyor. Yakın zaman önce Otdü’deki mezuniyet esnasında dini değerlerimize karşı takınılan tavırları hepimiz gördük. İşte en son Boğaziçi’ndeki Kabe-i Muazzama’ya karşı yapılan hakaret örneği.
On yıl kadar önceydi. Sahaflarda kitap bakıyorum ki, eski bir kitap ilişti gözüme. Aldım karıştırdım, Muhammed diyor, Ayşe diyor, ancak içeriği hiç olmadığı kadar yunan mitolojisinin o ahlaktan yoksun hikayelerinden bahseder gibi. Aklıma geliyor neden bahsettiği; Lakin yakıştıramıyorum, olmaz diyorum, bu ülkede böyle kitap satılamaz diyorum… Nihayetinde satıcıya sordum, -Bu kitap neyin nesi? –İslam tarihi! Hz. Muhammedin hayatını anlatıyor! Dedi. -La havle, deyip –Ama dedim, saygıyı da geçtim bu kitap Peygamberimizi dile alınamayacak cümlelerle aşağılayan bir kitap. Neden bunu burada tutuyorsun? Adamın verdiği cevap aslında bunca değer düşmanının, İslam karşıtı insanın nasıl ve hangi yöntemlerle yetiştiğini bir nebze olsun anlatıyordu. Bu kitap dedi mevzubahis olan üniversitenin yardımcı ders kitabı. Konu ile ilgili ödev alan öğrenciler özellikle gelip arıyor bu kitabı; Çünkü bazı hocalar bunun adını verirler, kaldıramam tezgahtan. Demişti. Büyük bir üzüntü ile uzaklaştım sahaftan. Yani ülkemizde eğitimden de öte bir eğitimci problemi olduğu gerçeği de var.
Biz ne kadar çırpınırsak çırpınalım, elin oğlu bizim çocuklarımızı, bizim içimizde devşirebiliyor. Bu durumda tabi ki kim hangi fikir ve ideoloji ile yetişiyorsa onu savunup kötü ve düşman gösterilene düşman oluyor. Bu durumda haliyle aynı değerlerde ve aynı hedeflerde birleşemeyiz.
Bir de bu insanların gittikleri devam ettikleri, sivil toplum kuruluşu görünümündeki oluşumlar, etkisinde kaldıkları gruplar, derken sonuçları hesap etmek zor olmasa gerek. Henüz bir ay önce bir okurumun –Hocam, yeğenim liseye devam ederken namazında, niyazında vatanını seven milliyetçi muhafazakar bir çocuktu, geleneklere ve muhafazakar değerlere aykırı olduğu bilinen bir üniversiteyi kazanıp, oraya başladı. Sonra arkadaş ortamlarıyla birlikte bir girdaba düştü ve namazı bıraktı, Bir müddet sonra da terör örgütlerini savunmaya başladı, Daha sonra eve İncil ile gelmeye başladı ve misyoner oldu. Biz şimdi ne yapacağız? Diye yakınarak ağladığı, gerçeğinden yola çıkarak her şeyi yeniden ele almak gerekiyor. Yani ülkenin çocuklarını kendi vatanında devşiriyorlar… Bunları konuşmalı ve çözmeli.
İyileri elbette tenzih ediyoruz; ancak bu ülkenin hiçbir değerini, hiçbir gencini kaybetme olasılığı olmamalı. Bu konuda en küçük gediğe dahi ihtimal verilmeyecek bir ortam sağlanmalıdır.
Eğitimde birlik, millilik ve gerçek hayata entegre olan öğretim anlayışını tepeden tırnağa inşa etmemiz gerekmektedir. Çocuklarımıza gerçek tarihimizi ve kendi bilim insanlarımızı öğretmek toplumun bütünüyle kendi tarihi ile barışması ve kendi öz değerleri ile yetişmesini temin ederek, erdemli ve edepli bir toplum inşasıyla, milletçe her beraber aynı hedeflere bakabilecek bir nesil inşa etmeliyiz.
Yoksa hepimiz doktor, mühendis olsak da, bu paradokstan kurtulamaz ve sadece bir yığın enkaz olmaktan öteye gidemeyiz.
Allaha emanet olun.