Tarihin var olduğu günden beri devletler ve buna bağlı olarak da milletler, savaş, salgın hastalıklar ya da coğrafi iklim şartlarındaki olumsuz değişiklikler sebebiyle zaman zaman kıtlık veya buna benzer bir şekilde gıda arzında daralma meydana gelmiştir.
İşte bunlardan en meşhur bildiğimiz kuyuya düşen Yusuf peygamberin Mısır’da kölelik ve hapis hayatının ardından ülkede meydana gelen kıtlıkla bağlantılı olarak vezir olduğu hadise buna tarihteki en kadim örneklerden biridir.
Bunun gibi pek çok hadise alt alta sayılabilir fakat yukarıdaki sebeplere ve ilahi takdire bağlı olarak bu tür durumlarla karşı karşıya kalmak mümkündür. Ancak asıl mesele bu gibi durumlarda toplumun verdiği tepkidir.
Salgın hastalık, enerji daralması, coğrafi şartlar sebebiyle birçok ülke gibi bizim ülkemiz de ekonomik anlamda darboğaza girebilir. Mesele milletin buna nasıl refleks gösterdiğidir. Nihayetinde bu bir krizdir. Ancak bu gibi durumlar toplumlar için aynı zamanda bir sınavdır da!
Acaba ülkesinin içine düştüğü kriz durumunu, kendince fırsata dönüştürerek aslında milletçe içine düşülen cendereyi daha da sıkan bir ticari yapı mı ortaya çıkacak yoksa el birliği ile bu cendereden çıkan bir toplum yapısı mı! Aynı zamanda bunun da sınavı verilir?
İşte son zamanda bizim memleketimizde de görüldüğü kadarıyla gözünü maddenin bürüdüğü insanlık bu sınav kazanılamamaktadır.
Diğergamlık denen bir kavram var İslam ahlak tarihinde! Yani başkasını kendine tercih edebilmek. Bin yıllık bu anlayış yerini kapitalizmin peyda olması ve zamanla Müslümanların zenginlerinin de kalbini esir alması sebebiyle, dünya malı sevgisi ya da güncel gayriahlaki tabirle krizi fırsata çevirme aşkı ile toplumları haram yemeye sevk ediyor.
Bir taraf geçinebilmek iaşesini temin edebilmek için alışverişe mecbur iken, diğer taraf bu mecburiyeti daha yağlı bir kazanç kapısına çevirmenin peşine düşüyor.
İşte bu durum toplum için bir afete dönüşüyor.
Ve bu durum toplumun sosyolojik yapısını da bozan, güven duygusunu ortadan kaldıran bir yapı ortaya çıkartıyor.
Oysa bu toplumun genlerindeki anlayış, Çanakkale’de bir tas hoşafı paylaşan, son nefesinde muhtaç olduğu suyu kendi içmeyip bir başka Müslüman kardeşine ikram eden bir anlayıştır.
Ancak inançlar zedelenince genetik de zedeleniyor ve yoklukları paylaşım anına çevirmesi gereken insanlık bunu krize birbirini soyma çarpma ihtiyacı olanı hepten yok etme politikasına döndürüyor.
Bu üzerinde tezler yazılması gereken ve sosyolojik olarak çalışılıp topluma dönüşü yapılması gereken bir sosyolojik durum. Nasıl bu kadar değişebildik, nasıl böylesine fırsatçı ve haramzade bir ticaret anlayışı ortaya çıkarabildik!
Kur’an ve Sünnet ışığında baktığımızda İslam anlayışında ve buna bağlı klasik İslam hukukunda geçtiği üzere toplumun ihtiyaç duyduğu şeyleri saklamak ve bir kısa da olsa bir müddet sonra fiyatı yükselince piyasaya sürmek için depolamak yani güncel ifade ile stokçuluk yapmak haramdır.
Aynı zamanda yeni ve pahalı üretilen dengi ürüne nispetle eski ve ucuza alınmış ürünün fiyatını da yükseltmek haksız karlanma ve haram bir kazançtır.
Boşuna şöyleyiz böyleyiz diyerek hamasi ifadelerle demogoji yapmaya gerek yok, zira iyileri tenzih ederim ancak toplum yapımız yani toplumsal ahlakımız bozulmuş.
Salgın sürecinin başında toplumun o panikle fazla alışveriş yapma psikolojisini fırsata çevirerek fiyatların ikiye katladığını gördük. Aynı zamanda maske denilen bir bez parçasının kıymetinin elli kat fazla fiyata satıldığını da gördük.
Geçmişte de deprem döneminde bir taraf yardım için koştururken, diğer tarafta ise bu zor zamanı fırsat zannedenler ellerindeki pet şişe suyu bile on, yirmi hatta otuz kat fiyatına satmaya çalıştıklarına şahit olduk.
Daha düne kadar insanların ucuz alışveriş yapabilmesi için kurulduğu ifade edilen ve mütedeyyin imayı ile bizden birileri gibi gözüken bir kısım ticari oluşumlar, halkın zor duruma düştüğü dönemde dövizin yüksek seyretmesini fırsat bilerek milletin belini bükecek derecede fiyat yükselten ve etiket değiştirme hızlarına yetişilemeyen bir duruma evrildiler. Bu manzarayı büyük bir teessüf ve geçmişteki iyi düşüncelerimize dair pişmanlıkla izlemekteyiz.
Daha düne kadar bakkala, markete, perakendeciye ürün satabilmek için uğraşan toptan ürün dağıtıcılarının dahi artık bu perakende satışçılarına, işinize gelirse bu fiyattan yaklaşımı ile ürün vermesi ve daha fazlasını ise fiyat yükselecek diyerek stoklaması toplumsal olarak şımardığımızın ve ciddi bir aymazlığın ve haram helal dengelerini iyice yok eden bir fırsat düşkünlüğünün içerisine girdiğimizin göstergesidir.
Dünya iyiler hürmetine ayakta duruyor düsturu ile her zaman iyileri tenzih ederiz, lakin iyiliği toplumun geneline yayamadıktan sonra toplumunun tüm katmanlarında iyiliği hakim kılamayız. Eğer bunların pedagojisi yapılmazsa bu absürt ve gayriahlaki anlayış daha da derinleşecek ve yarın daha zor zamanlarda birbirimizi yiyeceğimiz bir duruma evrilecektir.
Doksan dokuz depreminin hengâmesinde iyi yürekli insanlar bir can daha nasıl kurtarırım derdinde iken, on kuruşluk suyu on liraya satma derdine düşenler olmuştu. Salgın sürecine girdiğimizde şu an yirmi beş kuruş olan maskelerin fiyatının karaborsaya düştüğünü ve yedi lira, on lira seviyesine çıktığını da daha yeni görmedik mi? Sebebini sorduğumuzda ise perakendecinin suçu toptancıya, toptancının ise üreticiye, üreticinin ise tedarikçilere suç attığına şahit olmadık mı? Suya bile zam yapmak için damacananın ham maddesinin pahalandığı öne sürülmedi mi?
Aslında birbirini etkileyen bir fırsatçılık anlayışı mevzubahis. İlk başta kâr ediyor gibi görünen işin tetikçisi kriz fırsatçıları, fiyat artışının dalga dalga bütün katmanlara yayılması sebebiyle ekonomik olarak çöken bütün toplum ile birlikte, kendilerinin de manen zarar ettikleri gibi aslında madden de zarar ettiğinin farkında değil.
Ben, toplumun yüz yüze olduğu sosyoekonomik durumdan bahsettim. Ancak içerişinde bulunduğumuz durumdan ve zaman zaman yüz yüze kaldığımız bu illegal anlayıştan kurtulabilmenin yolu toplumsal olarak yediden yetmişe süreklilik arz eden bir eğitime ihtiyacımız var olduğudur. Zor zamanda insanlara normalinden yüksek fiyatla ürün satmanın krizi fırsata çevirmek değil içinde yaşadığı topluma saygı duymamak olduğunu, haram haram kazanç elde etmek olduğunu öğretmek gerek.
Toplumsal erdemi inşa etmeye ihtiyacımızın olduğu şu zamanda, esnafımız, tüccarımız gibi toplumla birebir olarak muhataplığı olan yapıların da, temel değerlerimizde var olan âhilik eğitimi anlayışı ile eğitilmesi zorunludur.
Toplumun ihtiyacı olan ürünleri, fiyatı yükselsin diye depolamanın Peygamberimiz (s.a.v) tarafından yasaklandığı ve bundan elde edilen kazancın karnına ateş doldurmaktan farkı olmadığı öğretilmelidir.
Ancak ucuzu pahalıya satmak, kusurluyu ise boyayıp pazarlamanın ticari zeka sayıldığı anlayışın ticari zeka olarak pazarlandığı ve örnek oluşturulmaya çalışıldığı bir toplumda dürüst ticari anlayışı inşa etmek çok zordur. Fakat vazgeçilmeyip, yanlışın doğru olarak pazarlanmasının haram olduğu, helal bir liralık kazancın helal olmayan bin liralık kazançtan daha kıymetli olduğu anlayışı temel düstur olmalıdır.
Bir ürünü, bir şekilde sadece satmanın değil, dürüst satmanın öğretilmesi gerektiği gerçeği ticari anlamda mihenk taşı edilmelidir.
Geleceği kurgulayabilmek ve kurtarabilmenin yolu geçmişteki doğrulardan feyz almak ve geleceği geçmişin ışığı ile aydınlatmaktan geçer.
Allah hepimizi iyi etsin