Musa YAŞAROĞLU

Tarih: 03.09.2015 14:09

Dur zaman!

Facebook Twitter Linked-in

Kimi zaman hayat var gücüyle yapışır yakamıza, nefesimizin kesildiğini hissederiz çaresiz. Ne varsa gelecek adına ümitlerimizden dem vuran, o vakit tükenir sessiz ve sakin... Bir umarsızlık kaplar gönlümüzü. "Dur zaman!" çığlıklarıyla gireriz akşamlara. Dur ki, daha yürüyecek yollarımız var, ucu ufkun ötesine uzanan. Dur ki, daha "tüyü bitmemiş" heveslerimiz var, çılgın ve melankolik…

Gündüzlere söyleyecek sözlerimiz var henüz. Ve gecelere fırlatacak bakışlarımız var, uçuk ve karanlık... Dur zaman! Sen değil, benim bîzar olan dilinin pervasızlığından. Halbuki sen, şahittin Davud’un davûdi sesine. Musa’nın Harun’u yardımcı kılışı gibi gönlüne. Yusuf’unu kuyulara düşürüşüne, ve evlat hasretinden gözlerini yitirişine şahittin Yakub’un... O düşüş ki onu Mısır’a sultan edip en tepelere çıkarışa merdivendi senin gözlerinin önünde... Kabil’in nefsine uyuşuna ve Habil’in kulluğa rızalığına, rızkını kurban edişine ve ilk kurban oluşuna sen şahittin. Dur zaman! Henüz hazır değil gerçeklerim pervasız düşlerim kadar... Senin tanık olduğun en müstesna hüzünlere alışkın değil ümitlerim…

Yıllardan beri peşin sıra koşturdum, nefesim tükeninceye dek. Her kavuştum dediğim anda yeni bir irkilişle atıldın ileri. İbrahim’e meftun karıncayı dahi yolundan döndürecek bir sen vardın… Rahman’a yönelişlerimizi beyhude kılışın gibi kimi zaman… Ne yana baksak senin amansız haykırışın yankılanıyor kulaklarımızda. Habeşli Bilal’e aşina kulakların sahipleri nasıl ki “abduhu” olmaktan çıktı, işte o vakit yine senin engin ummanına daldırdık merhamet dileyen gözlerimizi.

Dur zaman! Ebu Cehiller tükenmedi, Lehebler Yesrib’in değil, yürek devletlerinin üzerine sürüyor karanlık yüzlü küheylanlarını. En karanlık yüzlü “cahil”ler irfan ırmaklarının sularını bulandırır oldu. İman ikliminin sımsıcak mevsimlerine hazan günlerinin soğukluğu karışır oldu. Aişeler’in iffetine, iffetsizliğe mahpus diller dil uzatır oldu. Gönüller sevgilinin gözünden düşeli en acı sözler halimize tercüman oldu. Selmanlar’ın hendeklerine topyekün düşenler ne yazık manadan maddeye düşen benlikler oldu. Yitip giden iman hasletimiz en ücra köşelerde tarumar oldu. Dur zaman! Hamza’nın ölümü titreten yürüyüşleri arık gözleri korkutmaz oldu. “Vahşi” bakışlı mızraklar artık her anımıza, dünümüze, bugünümüze ve yarınımıza ardı ardına saplanır oldu.

Dur zaman! Muhammedi nefesin diriltici kokusu çekileli burnumuzdan geleceğe dair düşlerimiz solar oldu. Ümmü Mektum’un kapalı gözlerle görüp sarıldığı hakikat ışığı, sonuna dek açık göz kapaklarımızdan içeri girmez oldu ne yazık… Mus’ab’ın kılığında Bedr’in yüreğine inen meleklerin gölgesi dahi en insafsız cenklerimizde görünmez oldu. Uhud’un kırgın ümitleri gibi bedbin heveslerimiz… Ne okçular tepesine nefer olduk ne de “en sevgili”ye miğfer… Nebi’nin bir incisine ağlarken, tüm dişlerimizin dökülüşüne aldırmaz olduk pervasızca… Hatırlıyoruz da Sümeyye’yi; “ilah”ı uğruna ayrılmıştı vücudunun tam ortasından ikiye… Gözünü kırpmadan kızgın çöl kumlarında sırtı üstüneyken kucaklamıştı koca kayaları inci gülüşlü Bilal… Dur zaman! Bilaller’in nefesi tükenmese gerek henüz… Sümeyyeler’in dilleri şehadetlerini tüketmese gerek… Onlar kadar olmasa da onların vefasına meftun yürekler olmalı bir yerlerde. Çünkü Rahman, dininin her daim sahibidir, şahidiz…

Ne olacak derken; ümitsizce ve aynı perişan halle sızlanırken, ufuk ötelerinden bir güneş doğdu ve yeni çehreler çıktı ortaya. Asr-ı Saadet’in aydınlık yüzlü mü’minleri gibi… Hakk’ın dileğine kul, isteğine memur… Rıza-i İlahi’yi dillendiren yeni sözlerle seslenir oldular kulaklarımıza. Dur ki, onların önünden gidecek nice ak alınlı atlılarımız var, okyanuslar aşmaya niyetli… Dur ki, gönlünde rıza-i ilahiden gayrısına yer bırakmamış “insan delisi” hizmetkârları var; hizmet ehlinin…

Onlar, “Ömer’in adaleti”ne hayran, “Osman’ın hayası”na gıpta eden dava erleri… Onlar, Eyyup sabrıyla donanımlı, İsmail teslimiyetiyle mütesellim; onlar Abdullah’ın yetimine sevdalı hasret mimarları… Dur zaman! Dehlizlere sıkıştırılamayan umutlarımız var cihana yayılan… Yunus’un mısralarıyla dillendirilen “sevgi” türkülerimiz var. Hoşgörü ikliminin “şems”i kocaman yürekli umman, Mevlana’mız var. Dur ki düşecek yollarımız, alaca bulaca renkleri, çakmak çakmak gözleriyle bizleri bekleyen, arka dünyanın arkasında bırakılmış çocuklarımız var…

Dur zaman! Dur ki; bu dava için sözümüz var ebedi… Hakk için hakikat için bitmeden, tükenmeden, yorulmadan verecek nefeslerimiz var.

 


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —
G-GBGQR9HF6V