Ahmet DEMİRKAYA

Tarih: 17.10.2024 10:32

Değişmeyen Değişim

Facebook Twitter Linked-in

Herakletios, zaman, mekan ve olgular değişim gösterebilir. Kişilikler ise ortamdan ortama değişir, geldiği yerin evvelini unutursa orada değişim yoktur, kişinin kişiliğinde eksiklik ve başkalarının sözleriyle hareket etme varıdır diye de tezini delillendirmiş.

 

Yani, evet sürekli bir değişim söz konusu ancak bu sosyal yaşam alanlarımızla ve insanla sınır değil evrenin kendisinde de sürekli bir değişim söz konusu. İnsanın bu değişime katkısı hayatı anladığı ve anlamlandırdığı kadardır.

 

Buradan bakıldığında da bilim ve teknoloji ne kadar gelişirse gelişsin, insan ne kadar teknolojiye ayak uydurursa uydursun, ne kadar modern görünürse görünsün zihniyeti değişmiyor.

 

Bu hakikati de Kur’an öğretisinin bildirimlerinden anlıyoruz. Arkeolojik kalıntılar ve tarihi bilgilerde bize ışık tutsa da değişmeyen insan zihniyeti gerçekleri yalan ve yanıltıcı bilgilere dönüştürüp ideoloji ve çıkarları doğrultusunda kullanabiliyor. Değişimin önündeki en büyük engelde bu olsa gerek.

 

Bu yüzden günümüzde Kur’an’ın rehberliğine, yol göstericiliğine her zamankinden daha çok ihtiyacı var insanoğlunun. Deprem, sel kasırga gibi doğal değişimler insan iradesinin dışında gerçekleşen değişimler. Bunların zamanını ayarlamak insanın haddine değil. Ancak tecrübeyle mekanı buna göre dizayn etmek insanın iradesine verilmiş olgulardır. 

 

İnsanoğlunun değişmeyen zihni travması kainattaki ilahi değişimleri idrak edemediğinde veya ayak uyduramadığın da değişen bunca gerçeğin ekseninde kendi dinini, kendi ilahını icat ederek yeni bir alan açar, bunu da değişim zanneder.

 

Bugün orta doğu diye adlandırdıkları benim ön Asya dediğim coğrafya da batı emperyalizminin sergilediği vahşeti başka nasıl izah edeceksiniz? Çok uzak değil yakın tarihimiz olan geçen yüzyılda kılıçla, giyotinle yaptığını bugün bombalarla, füzelerle masumların üzerine ölüm olarak yağdırıyor.

 

Üstelik bunu din adına vadedilmiş topraklar uğruna yapıyor. Mesihin tekrar yeryüzüne gelebilmesi için Hristiyanların da bu kutsal davalarında kendilerine yardım edilmesi gerektiğine inandırılarak vahşetlerine ortak ediyorlar.

 

Onlar Mesihi bekler de bizimkiler boş durur mu, bunlar da Mehdiyi karşılarına dikerek güce karşı güç, dine karşı din icat ederek biz de varız diyorlar adeta. Yalnız arada bir fark var. Onlara toprak vadediliyor bizimkilere gidip gidemeyeceği belli olmayan cennet. Hem de akıtılan onca masum kanı üzerinden.

 

İşin bu tarafı çok daha vahim. Her mezhep kendi cennetini parsellediği için emperyalistlerin coğrafyalarında kurduğu cehennemde topa girmek istemiyorlar. Ülkemizdeki endişenin rengi de diğerlerinden çok farklı. Zira vadedilmiş toprakların bir kısmı da bizim doğu ve güney doğu illerimizi kapsıyor. 

 

Devlet olarak buna tepki ve refleks gösterilmesi gayet normal ve anlaşılır bir şey. Lakin Herakliotos’un dediği gibi geldiği yerin evvelini unutan toplumu nasıl domine edeceksiniz, onun da tüyolarını verseydiniz bari? Öyle ya, doğu ile batı arasında sıkıştırılmış, Müslüman gibi inanıp batılı gibi yaşayan toplumu defacto etmek çok mu kolay olacak sanıyorsunuz?

 

Baksanıza, en koyu Mustafa Kemal düşmanları bugün Atatürkçü oldu, en koyu din düşmanları da Müslüman edasında görünmeye çalışıyor.  En hızlı ve keskin değişim de bu süreçler oldu. Hangisi doğru?

 

En tehlikeli değişimde bu değişim. Dışından gördüm yeşil türbe, içine baktım estağfurullah tövbe. Ya da göründüğü gibi olmama olduğu gibi görünmeme hali. İslami istilahta buna “münafıklık” dendiğini az çok inandım iman ettim diyen herkes bilir. Bilir bilmesine de, ele güne karşı yapayalnız kalmak da istemez, araziye ayak uydurur.

 

 

Eh nasıl olsa üç aylar geldi, ardından kandiller de gelir. Camiler doldurulup boşaltılır, bilumum günahlardan arındırılır kestirmeden cennete yollanır. Dostlar alışverişte görsün kabilinde de Filistin paylaşımları yapılır, vicdanlar rahatlatılır. Sonra kendi içimizdekilerle kavgamıza dönülüp İsrail’e parmak ısırtılır.

 

Sahi değişim de biz kendimizi niye güncelle yemiyoruz? Hala Maturidi, Eşari, Hanefi Şia tartışmalarına takılı kalıyoruz? Kendi meselelerimizi adam gibi tartışmak yerine niye yek diğerini beğenmeyip suçlu ilan ediyor? Bir de bize çemkiriyorlar, neymiş efendim, çok şikayet ediyor muşuz? Biz gazeteciyiz, olayları analiz eder, çözüm yolları üretir, öneririz. Sizin işinize gelmiyor diye her yanlışa eyvallah mı diyelim? Velev ki öyle yaptık, neyi çözecek? Çözüm önerileriniz gazetecileri suçlamak mı?

 

Geçin bunları, güncel görünmeye çalışmayın kendinizi güncelleyin.

 

Haydi kalın sağlıcakla, selam ve dua ile...

 

 

 

 

  

 

   

 

 

 


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —
G-GBGQR9HF6V