Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton’un 3 Ekim 2018 tarihinde ABD'nin Viyana Diplomatik İlişkiler Sözleşmesi kapsamında yer alan “isteğe bağlı protokol”den, diğer tabirle “Uyuşmazlık Çözümü Ek Protokolü”nden çekildiğini açıklaması ve alaycı bir taşlama tavrıyla, John Bolton’un konu hakkında “Amerika Birleşik Devletleri Diplomatik İlişkiler ile ilgili Viyana Sözleşmesine taraf olmaya devam ediyor ve diğer tüm tarafların sözleşmeye bağlı uluslararası yükümlülüklerine uymasını bekliyoruz” demesi son yetmiş yılın diplomasi teamüllerine aykırı. Bu açıklamadan kısa bir süre sonra da Amerikan Yönetiminin ABD'nin egemenliğini korumak için diğer tüm uluslararası anlaşmaları da gözden geçireceğini açıklaması, dış politikada ABD’nin farklı bir kavramı uygulamaya başladığına işaret ediyor.
Başkan Trump'ın talimatı ile ABD Dışişleri Bakanlığı 6 Aralık 2017'de Kudüs'ü İsrail'in başkenti olarak tanıdığını ve ülkesinin Tel Aviv'deki büyükelçiliğini Kudüs'e taşıyacağını açıklamıştı. Bu açıklamadan kısa bir süre sonra da ABD’nin İsrail’deki yeni büyükelçilik binası 14 Mayıs 2018'de yapılan resmi törenle Kudüs’te açılmıştı. Buna karşı diplomatik bir girişim veya da atak olarak da Filistin Devleti (Filistin Yönetimi) geçen ay içinde ABD’nin İsrail’deki Büyükelçiliğini Tel Aviv'den Kudüs'e taşımak kararını Uluslararası Adalet Divanı’na (UAD) taşımış ve 18 Nisan 1961'de yapılan Viyana Anlaşması'na aykırı olduğu gerekçesiyle şikayet ederek yasal başvuruda bulunmuştu. ABD’nin “isteğe bağlı protokol”den çekilmek istemesinin gerçek nedeni Filistin Yönetiminin UAD’ye başvurusu ve ABD’yi şikayet etmesi.
Söz konusu Viyana Sözleşmesi, devletler arasındaki diplomatik ilişkileri belirleyen ve diplomatlara dokunulmazlık sağlayan uluslararası bir antlaşma. Diplomatların, Büyük Elçilerin, Resmi Görüşmecilerin ve Padişah, Sultan, İmparator, Kral ve benzeri makamda bulunan yöneticilerin görevlendirdiği Habercilerin veya Görüşme Ekibinin dokunulmazlık kavramının geçmişi neredeyse bin yıl geriden başlamakta.
Amerika Birleşik Devletleri Donald Trump Başkan seçildikten sonra uluslararası ilişkilerinde birçok radikal karara imza attı. Başkan Trump’ın yönetimi ele almasından sonraki iki yıl içinde ABD, İran'la yapılan nükleer anlaşmadan, Küresel İklim Anlaşması’ndan, BM İnsan Hakları Konseyi'nden ve Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü’nden çekildi. Kuzey Atlantik Anlaşması Teşkilatı (NATO) üyelerini, ABD ile NATO arasına mesafe koymakla, desteğini azaltmakla tehdit etti. Son olarak da geçtiğimiz yetmiş yıl boyunca milyonlarca Filistinli mülteciye insani yardım sağlayan UNRWA'ya (Birleşmiş Milletler Yardım ve İş Kurumu) mali desteğini kaldırdı ve Filistinli mültecileri acımasızca cezalandırdı.
Amerika Birleşik Devletlerinin kurulmasından sonraki ilk 189 yıl içinde kırk adet uluslararası anlaşma ABD Kongresinde Temsilciler Meclisi ve Senatonun ayrı ayrı onayından sonra iptal edilmiş veya da ABD bunlardan çekilmişti. Sadece iki tane uluslararası anlaşma, üyelerinin üçte iki çoğunluğunu onayı ile sadece Senatoda alınan karar ile iptal edilmişti.
Trump döneminde kongrenin yetersizliği ve tarihsel hareketsizliği nedeniyle Yürütme Şubesi, alınan tek taraflı bir kararla uluslararası anlaşmaları feshetme girişimini kabul etti ve sadece Başkanın inisiyatifi ve onayı ile ABD söz konusu anlaşmalardan çekildi, bazı devletlere ABD’nin geleneksel siyasetine ve diplomasisine yakışmayan sözlerle tehditler savurdu ve UNRWA’ya yapılan mali yardımları durdurdu.
Başkan Trump’ın ABD’ye farklı bir uluslararası ilişkiler kavramı getirdiği kesin.
Zaman, Başkan Trump kökenli bu radikal uygulamalar sonucunda ABD’nin uluslararası siyasi ve ekonomik ilişkilerinde zarar mı göreceğini yoksa kazanım mı sağlayacağını ortaya koyacak.
Ama görünen o ki, zarar göreceği ve süreç içinde küresel gücü ile güvenilirliğini kaybedeceği daha baskın çıkmakta...